24 Kasım 2013 Pazar

Serengit...



Park korucusu Jackson'la Mara Nehri kıyısında yürüyoruz. Hava önceki günlere göre serin, oldukça bulutlu, yağdı yağacak. Sık çalıların arasındaki patikalardan geçerken "Bu yolları hep su aygırları açtı" diyor. Hassas bir derisi olduğuna inanmak çok zor ama günün büyük bölümünü su içinde geçirmek zorunda bu devasa otobur; Afrika'nın bulutların arkasında olsa bile yakan güneşi aygırın pembe mor derisine zarar veriyor. Kaynaklar Afrika'da insan ölümlerinin en büyük sorumlusu olarak su aygırlarını gösterse de bu sempatik deve "katil" yaftası yapıştırmaya içi el vermiyor insanın.

Su aygırı // Canon 5d MkII + Canon 400mm f2.8

Çalılardan açıklığa çıktığımız anda manzara birden dramatik bir hal alıyor. Leş kokusu mu önce burnuma vuruyor yoksa binlerce hayvandan arta kalmış et ve kemik parçalarının sessizliği mi beynimi uyuşturuyor bilemiyorum. Neslinin devamı için binlerce kilometre yol kat eden, taze otlaklar peşinde timsahlara ve aslanlara yem olmayı göze alan bu cesur hayvanların artık "sonsuzluk"ta çınlayan haykırışları geliyor kulağıma. Yaşamını sürdürebilmek için ölümü göze almak; ironi kelimesi Afrika düzlüklerinden çıkmış olsa gerek.

Zebra ve Gnular // Canon 5d MkII + Canon 100-400mm f4.0-5.6 IS

Hayatları pahasına nehri geçen antiloplara nazire yaparcasına asma köprüden rahatça karşı kıyıya geçiyoruz. Jackson'a üç sene önce tam bu yolda yürürken karşıma iki erkek aslan çıktığından bahsediyorum. Hararetle anlatmaya başlıyor: mesaisi bittikten sonra kaldığı yatakhanenin 10 metre yanında iki gün önce aslanlar av yapmış. Saatlerce aslanları izleyip işe geç kalmışlar. İşi aslanları korumak olan bir park korucusunun aslanlar yüzünden işine geç kalmasını komik buluyorum ama hikayeyi anlatırkenki heyecanına ortak olmamak elde değil. Jackson'la yaptığımız bu konuşmanın sabahına gidiyorum birden; karşımıza çıkan yüzü yaralı aslan, aslanın hedefinde olan 20 kadar zebra, aslanın çalıların arasından gizlenerek ilerleyişi, yeterince yaklaştığını düşündüğünde yaptığı hamlesi... Afrika yırtcıları söz konusu olduğunda hep yırtıcıların, yani avcının tarafını tutuyorum, ancak bu defa kaçmayı başarıyor zebralar. Topu topu 30, bilemedin 40 saniye sürüyor bu aksiyon ama kalp atışlarımın yavaşlayıp nefesimin normale dönmesi 5-6 dakika alıyor.

Aslanlar ve avladıkları gnu // Canon 5d MkII + Canon 100-400mm f4.0-5.6 IS

Jackson'la vedalaştığım esnada yağmur çiselemeye başlıyor. Afrika'da gün içinde yağmur yağıp yağmayacağını büyük ölçüde tahmin edebiliyorum ancak ne kadar şiddetli yağıp yağışın ne kadar süreceğini kestirmek çoğu zaman mümkün olmuyor. Çatısı açık safari aracıma bindiğimde yağmurluğumu çantamdan çıkartıp fotoğraf makinelerimin üzerini örtüyorum; ne de olsa mal canın yongası.

Aslanlar, çitalar, filler çok heyecan verici ama safaride en hoşuma giden şey arazide ilerlerken yüzüme vuran ılık Afrika rüzgarı. Kokusu, tazeliği, yoğunluğu bile farklı bu havanın: sabahları ve akşamları titretecek kadar serin, gün içinde terletmeyecek kadar sıcak ve kuru. Hele yağmur yağdımı havanın kokusuna karışan toprak kokusu insanı neredeyse sarhoş ediyor.

Safari'de sonsuz düzlükleri izlerken...

Uzaklara dalmış havayı koklarken birden irkiliyorum. Rehberim Mike heyecanla "Chui" diye sesleniyor. Karşıdan karşıya geçen leopar bir an dönüp bana bakıyor ve çalıların arasına dalarak önce gözden kayboluyor sonra civardaki tek ağaç olan, kısa sayılabilecek bir akasyaya tırmanıyor. Sanki orada değilmişiz gibi rahat davranarak dala yerleşiyor leopar ve yavaş yavaş gözleri kapanıyor. Leoparlar aslanlar gibi sürü olmadıkları için ağaçlara tırmanarak diğer yırtıcılardan yüksekte, güvenli bir şekilde yaşıyorlar. Ancak bu leopar belli ki sadece güvenliği için çıkmıyor ağaçlara; akasyanın iri dallarında oldukça rahat görünüyor.

Leopar // Canon 5d MkII + Canon 70-200mm f2.8 IS


Leopar derin bir uykuya dalınca gözümü fotoğraf makinemin vizöründen çekip yanıma aldığım kumanya kutumu açıyorum. Karşımdaki ağaçta bir leoparın uyuyor olması mı daha garip yoksa Afrika düzlüklerinde piknik yapıyor olmam mı bilemiyorum ama yaklaşık üç saat leoparın yanında kalıyorum. Genelde akşam avlanan leoparların günün büyük bölümünü dinlenerek geçirdiklerini bildiğim için yemeğimi yemeye koyuluyorum.

Leopar // Canon 5d MkII + Canon 500mm f4.0 IS


Leoparın bir sağa bir sola dönüp, altında uyuşan bacaklarını bazen teker teker, bazen aynı anda daldan sarkıttığı sahneler sanki saatler değil de bir kaç dakika gibi geliyor. Doğanın sabır işi olduğunu yıllar önce öğrendim. Zaman kavramını unutup doğanın akışına teslim olduğunuz sürece doğa ana sizi ödüllendiriyor. Rüzgarın sesi ve kokusu eşliğinde leoparın uykusunun bitmesini sabırla bekliyorum...

(*) Serengit: Masai dilinde "sonsuz düzlükler" anlamına geliyor

Masai Mara // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0

19 Kasım 2013 Salı

Jaguar'ın Peşinde...


Yaklaşık 1 ay süren planlama aşamasından sonra seyahatin bütün detayları ortaya çıkmıştı. Dünyanın en büyük sulak alanı olan Pantanal’da yaşayan, dünyanın en büyük üçüncü kedisi olan jaguarları (Panthera onca) bulmaya çalışacaktım. Hayvanı bulmanın zorluğu ve yaşadığı habitatın fotoğraf için çok uygun olmayışı daha gitmeden beni düşündürüyordu. Yine de Pantanal gibi muhteşem bir doğa parçasına gidip o havayı koklayacağım için çok mutlu ve heyecanlıydım.

İlk uçuşum sabah çok erken saatte İspanya’nın başkenti Madrid’e idi. Madrid Barajas Havaalanında 3 saatlik bir bekleyişin ardından aktarma yapıp Brezilya’ya hareket ettim ve 12 saatlik uçuşun ardından Güney Amerika kıtasının en kalabalık şehri Sao Paulo’ya indim. Gümrük işlemlerinin ardından Pantanal öncesi son durağım olan ve Sao Paulo'ya 3 saatlik uçuş mesafesindeki Cuiaba şehrine uçtum ve yerel rehberim tarafından karşılandıktan sonra otele yerleştim. Toplam 20 saate yakın uçuş ve havaalanlarında 10 saate yakın beklemenin ardından çok yorgundum ama batıya uçtuğum için gün kaybım olmamıştı; yola çıktığım günün akşamı varış noktasında olmuştum.

Black skimmer // Canon 5d MkII + Canon 70-200mm f2.8 IS

Ertesi sabah erken bir kahvaltının ardından otelden alınarak beni Pantanal’ın kalbine götürecek arazi aracına yerleştim ve yola çıktık. Cuiaba’dan yaklaşık 1 saat sonra ulaştığımız Poconé şehri vahşi doğa öncesi gördüğüm son yerleşim yeri oldu ve Pocone’den 15-20 km. sonra dünyanın en büyük sulak alanı Pantanal’ın resmi giriş kapısındaydım. Hem yabani hayvanların güvenliği, hem de kendi güvenliğim için bölgeye giriş kaydımı yaptırdıktan sonra aracımızı Pantanal’dan ayıran tahta bariyerin de açılmasıyla kendimi inanılmaz bir doğa harikasının içinde buldum.

Yaklaşık 200.000 km²’lik bir sulak alan olan Pantanal, 3 ülke arasında paylaşılmış durumda: Bolivya, Paraguay ve Brezilya. Türkiye’nin neredeyse üçte biri büyüklüğündeki bu bataklığın en büyük parçası Brezilya’da ve jaguar görme ihtimali en yüksek olan bölgeleri de yine gezeceğim kısımlarda yer alıyor. Yüzlerce nehir ve bunların kollarıyla sarılı olan Pantanal yılın yarısını tamamen su altında geçiriyor ve yağmurlar bitip kurak mevsim başladığı zaman kurumayan büyük nehirler ve bunların arasında oluşan kanallarla besleniyor.

Caimen timsahları // Casio Exilim EX-1

Brezilya’da yaklaşık 1800 tür kuş var, Pantanal’da ise sadece (!) 600 kadar tür mevcut. Aynı zamanda sürüngen, memeli ve bitki türleri açısından da çok zengin ve özel bir alan. Ama bölgenin tanınmasını sağlayan en önemli unsur jaguar ve anakonda popülasyonunun dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar yoğun oluşu. Son 20 senede bölgeye insan müdahalesini engelleyecek önlemlerin alınması ve uluslararası araştırma kuruluşlarının başta jaguar olmak üzere bölgenin hassas türlerini koruma altına alması ile Pantanal çok canlı ve vahşi bir yer haline gelmiş.

Dünyanın en büyük papağanı: Hyacint Macaw // Casio Exilim EX-1

Bölgeye has Caimen timsahı yaklaşık 35 milyonluk nüfusuyla her köşe başında görülebilecek bir sürüngen ve benim de karşıma çıkan ilk yabani hayvan oluyor. Pantanal’daki tek yol 250 km. dümdüz ilerleyen ve göletlerin, kanalların üstünden pek de sağlam olmayan tahta köprülerle geçen Transpantaneiro Highway. Adının otoyol olduğuna aldanmamak lazım; burası bir buçuk şeritli toprak bir patika aslında. Bu yolu sadece kurak mevsimde kullanmak mümkün çünkü yağışlarla beraber yolun bir kısmı su altında kalıyor ve kalan kısmı da yoğun çamur yüzünden kullanılamaz hale geliyor. Kurak mevsimde de bu 250 km.lik yolun sonuna kadar gidilip yolun geri kalanı kano veya ufak motorbotlarla nehir ve kanallardan kat ediliyor.

Caimen timsahı // Canon 5d MkII + Canon 70-200mm f2.8 IS

Biz de rehberimle birlikte her gün bu güzergahı takip ederek yaklaşık 12 saatimizi nehir ve kanallarda geçirdik. Her sabah 03:30’da kalkarak kahvaltı yaptık, eşyalarımızı aracımıza yerleştirdik ve zifiri karanlıkta motorbotumuza bineceğimiz Porto Joffre’ye yol aldık. Sabahın çok erken saatlerinde dahi 33-34 derecelere varan sıcaklık ve nem oranının 100%’e yakın olması sebebiyle hava nefes alınamayacak kadar boğucuydu. Buna rağmen Pantanal'daki mevsim itibariyla sinek ve böceğin yoğun oluşu yüzünden uzun kollu ve paçalı kıyafetler giymem gerekiyordu. Öğlen saatlerinde ise sıcak ve nem dayanılmaz bir hal aldığından, jaguar ve yılan riskini göze alarak karaya çıkıp ağaçların gölgesinde hamak kurup biraz dinlemek zorunda kalıyorduk.

Giant River Otter - Dev Su Samuru // Casio Exilim EX-1

Konakladığımız bölge ve Porto Joffre arası yaklaşık 1 saatlik bir mesafeydi ama bölgedeki hayvan yoğunluğu yüzünden bu yolu hiç bu sürede kat edemedik. Karşıma devamlı gece aktif (nocturnal) bir hayvan çıktığı için, durup fenerlerle etrafa bakmak, bazen de fotoğraf çekmek zorunda kalıyordum. İlk gördüğüm jaguar da yine bu yolda karşıma çıktı ve fenerlerimizin ışığında parlayan iri gözleriyle aklımı başımdan aldı. O an emin oldum: jaguar için çok doğru yerdeydim.

Jaguarın ayak izleri // Casio Exilim EX-1

Jaguar - Panthera onca // Casio Exilim EX-1

Jaguar, kaplan ve aslandan sonra dünyanın en büyük üçüncü kedisi. Erişkin bir erkek jaguar yaklaşık 150 kg.lık ağırlığıyla dişi bir aslan kadar. Jaguar, büyük boyutlarının ve güçlü çenesinin de yardımıyla diğer kedilerden farklı avlanıyor. Avını boğmak yerine kafasını kırarak etkisiz hale getiriyor. En sevdiği avlardan biri olan timsahların yanı sıra bataklık geyiği, capybara ve nehirde yaşayan balıkları yiyor. Bataklıkta yaşadığı ve avının tamamını sulak alanlarda avladığı için jaguar suyu çok seven bir hayvan ve oldukça iyi bir yüzücü. Hatta gerektiği zaman dalarak suyun altındaki timsah ve balıkları da başarıyla avlıyor. Bu nedenle aslında botumuzda dahi jaguara karşı güvende değiliz. İstese nehir kenarından botumuza atlar ve bizi rahatlıkla kıyıya sürükleyebilir. Ancak özellikle son yıllarda insanlardan zarar görmüyor olmaları ve Pantanal’da yiyeceğin her zaman bol olması sebebiyle insanları av olarak görmüyorlar. Yine de yavrusu olan bir annenin veya bölgesini savunan bir erkeğin ne yapacağı hiç belli olmayacağı için Eduardo tedbiri asla elden bırakmıyordu.

Collared Aracari // Casio Exilim EX-1
Rehberim Eduardo jaguar bulma konusunda bölgedeki en tecrübeli yerlilerden biri. Pantanal’da yaşayan ailesinin 4’üncü kuşağı ve eskiden jaguarların avlandığı dönemden beri doğayla çok içli dışlı. Dolayısıyla bölgeyi ve hayvan davranışlarını çok iyi biliyor. Şanslı olduğum bir başka nokta ise Eduardo’nun bölgedeki en bilgili kuş rehberi oluşu; orada olduğum 20 gün boyunca unutamayacağım güzellikte pek çok kuş görmemi sağladı.

Ringed Kingfisher // Canon 5d Mk II + Canon 100-400mm f4.0 - f5.6 IS

Jaguar - Panthera onca // Casio Exilim EX-1

Hava koşulları, arazinin zorlukları ve yoğun tempom yüzünden seyahatim boyunca oldukça yoruldum. Saatler süren aramalar sonucunda hiçbir canlı göremediğim anlarda umutlarım azalıp yorgunluğum arttı. Ancak Pantanal o kadar güzel bir doğa parçası ki, bence kuş çeşitliliği, görmesi çok zor olsa da jaguarları, timsahları, yılanları ve tarantulalarıyla dünya üzerinde Afrika ile boy ölçüşebilecek nadir yerlerden biri...

Yeşil iguana - Iguana Iguana // Canon 5d Mk II + Canon 400mm f2.8

Tarantula // Canon 5d Mk II + Canon 100mm f2.8 Macro + Canon 430 EX Flaş

Caimen timsahı // Canon 5d Mk II + Canon 70-200mm f2.8 IS