Kutup çizgisinin kuzeyinde yılın büyük bölümü kar ve buz ile kaplı yollarda seyahat ediyor insanlar. Her arabada kar lastiği mevcut ve şoförler kaygan zeminde araç kullanma tekniklerine çok hâkim; neredeyse hiç kaza olmuyor yollarda. Petri, içinde seyahat ettiğimiz aracı sanki dümdüz ve asfalt bir yolda gidiyormuşuz gibi rahat ve seri kullanıyor ama pencereden baktığımda göz alabildiğine kar ve buz; yol nerede bitiyor, arazi nerede başlıyor anlayamıyorum. Konakladığım kabinden husky çiftliğine varmamız yaklaşık 1,5 saat sürüyor.
Kuzey kutup çizgisi // Canon SX200 IS |
Arabadan
indiğim anda köpeklerin çığlıklarını duyuyorum; çitin arkasında bazıları tek
tek, bazıları grup olarak bağlanmış onlarca köpek. Girişte çiftliğin sahibi
olan ailenin ikinci kuşak temsilcisi Paula ve küçük kızı karşılıyor bizi ve çiftlikle
ilgili bilgi veriyorlar. Yaklaşık 25 senedir bu işi yapıyormuş Paula’nın ailesi
ve şu anda kızak çeken 60 tane erişkin köpekleri varmış. Ayaküstü sohbetin
ardından kızaklardan birinin yanına götürüyor ve kızağı nasıl kullanacağımızı
öğretiyor, hemen ardından da bizim için hazırlanmış kızakları gösteriyor Paula.
Kızakları kullanması oldukça kolay; işin çoğunu köpekler yapıyor. Geleneksel tarzda
ahşaptan yapılmış kızaklar ayakta kullanılıyor ve köpeklere sağ - sol komutu
vermek, gerektiğinde de ayağımız ile fren yapmak yeterli. Eğer yokuş yukarı
çıkmamız gerekiyorsa veya bol kara saplandıysak kaykay yaparmış gibi tek
ayağımızla kızağı iterek köpeklere yardımcı olmamızı tavsiye ediyor Paula.
Husky çiftliği // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
Her
kızağı altı tane husky çekiyor ve bu köpekler çok dayanıklı; sadece bir
tanesi bile kış koşullarında kızağı çekerek 200 km. civarında yol alabiliyor.
Köpekler çığlık çığlığa bağırıyor, birbirleriyle oynuyor ve inanılmaz bir
gürültü çıkartıyorlar. Kızaklarımıza yerleşip iplerini çözüyoruz ve Paula
sinyali verir vermez köpekler müthiş bir süratle koşmaya başlıyorlar. Koşmaya
başladıklarında tam bir sessizlik hâkim oluyor ortama ve sadece kızağın karda
çıkarttığı ses duyuluyor. Üç kızak arka arkaya yol alıyoruz ve son derece
keyifli bir yolculuk yapıyoruz. Zaman zaman kar çok bollaştığı için durmak
zorunda kalıyoruz ve durduğumuz anda köpekler çılgınca havlamaya, ulumaya
başlıyorlar. Paula’nın tavsiye ettiği gibi bol karda kızaktan inip ittirerek
köpeklere yardımcı oluyoruz ve kızak tekrar hareket eder etmez huskyler susup
olanca güçleriyle koşmaya başlıyorlar. Bu köpekler kış koşulları için
yaratılmış ve durmayı hiç sevmiyorlar.
Yaklaşık bir saatin sonunda kısa bir mola veriyoruz. Açık bir alanda kızakları ağaçlara
bağlayarak rehberimizin termosla yanına aldığı sıcak böğürtlen şerbetini kana
kana içiyoruz. Şerbetlerimiz bitince birbirleriyle oynayan huskylerin arasına
dalıyoruz ve bu muhteşem yaratıkları doyasıya seviyoruz. Kurtların yakın
akrabası olan bu son derece ciddi ve asabi görünümlü köpekler aslında çok
sevecen ve oyuncu olduklarını kanıtlıyorlar bize.
Huskyler
boş kalmayı hiç sevmiyorlar; oyun oynamıyorlarsa mutlaka koşmak istiyorlar.
Kalın bir kürke sahip husky türü köpekler -60°C’ye kadar rahatlıkla dayanıp
kızak çekebiliyorlar. 1800’lü yıllarda bölgede yaşayan İnuitler tarafından bu
amaçla yetiştirilmiş köpekleri daha fazla bağlı tutmamak için dönüş
hazırlıklarına başlıyoruz.
Mola esnasında huskyleri severken // Canon SX200 IS |
Eşyalarımızı
toplayıp kızakları çözdükten sonra üç kızak yeniden yola koyuluyoruz. Ayağımızı
frenden çekip “koş” emrini verdiğimizde ok gibi fırlayan köpekler kızaklarımızı
çekerken ortama yeniden sessizlik hâkim oluyor. Uçsuz bucaksız bir beyazlık,
taptaze ve buz gibi hava, yüzüme vuran rüzgâr ve sağır edici sessizlik; kızağı
kontrol etmek zorunda olmasam düşlere dalmam işten değil.
Rüyada gibi yaşamaktır Laponya // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
25
kilometrelik parkuru tamamlayıp başladığımız noktaya dönüyoruz ama köpeklerden
ayrılmak istemiyorum. Bu kadar kısa sürede bile hayvanlarla aramızda çok
kuvvetli bir bağ kuruluyor; kutup koşullarında yaşamlarını sürdürebilmek için
köpekleri aile fertleri gibi kollayan İnuitleri çok iyi anlıyorum. Tamamen
keyif için yaptığımız gezi boyunca durduğumuz anlardaki şikâyetleri dışında cefakârca
kızaklarımızı çeken köpekleri son bir kez sevip okşuyoruz. Hoşlarına gitmese de
artık dinlenmek üzere çiftlikteki kulübelerine çekiliyorlar.
Kızaklarımızı
bıraktıktan sonra arazide kurulu Laponya’ya özgü geleneksel çadıra davet ediyor
Paula. Çadırın tepesinde bir açıklık var ve içeride yanan ateşin dumanı buradan
dışarı çıkıyor. İçerisi ateşin aydınlığı dışında neredeyse tamamen karanlık ama
gözlerimiz kısa sürede alışıyor. Paula’nın annesiyle tanışıyoruz ve sıcak
böğürtlen şerbeti eşliğinde fırından taze çıkarttığı tarçınlı kurabiyelerden
yiyoruz. Yarım saatlik keyfili bir sohbetin ardından Paula ve ailesine teşekkür
edip, köpekleri çitlerin arkasından son bir kez sevip aracımıza biniyoruz ve kulübelerimize
doğru yola çıkıyoruz.
Husky // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
1,5
saatlik yolculuğun ardından Lapon mutfağının muhteşem lezzetleri bizi
bekliyor. Sebzeli balık pane, maydanozlu ve soslu patates, elk ve ren geyiği etli
kavurmadan oluşan yemeğimizi yiyip şömine başında sıcak çikolatalarımızı
yudumluyoruz. Günün en güzel vakti; yemek sonrası miskinlik üzerine sauna keyfi
ve sonra kuzey ışıklarını görebilme ümidiyle rüyalara dalma. Dışarısı -24°C ama
Laponya günün her anı insanın içini ısıtmayı başarıyor…