2 Aralık 2012 Pazar

Makedonya'nın "incisi" Ohrid


Makedonya'nın güneyinde yer alan Ohrid Gölü uzun süredir ziyaret edilecek yerler listemdeydi. Hazır arabayla Yunanistan turu yapıyorken burayı da aradan çıkartmak istedim ve Selanik'ten sonraki durağımı Ohrid olarak belirledim. Selanik dışına çıktıktan sonra uzun süre otobandan devam eden yolda önce Kozani, daha sonra Florini tabelaları takip edilerek Makedonya'ya doğru gidiliyor. Florini'den itibaren zaten Bitola (Türkçesiyle "Manastır") ve FYROM (Former Yugoslav Republic of Macedonia - Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti) tabelaları sıklıkla görülüyor.

Gümrük geçişinde Yunanistan tarafı tamamen yenilenmiş ancak bunu anlamak biraz zaman alıyor. Girişinde "gümrük" tabelalarının olduğu, ancak tamamen terk edilmiş, kovboy filmlerindeki vahşi batı kasabalarını andıran bir yerleşke çıkıyor karşıma. Biraz ilerleyip ufuktaki Yunan bayraklarını görünce durumu anlıyorum ama burayı görüp geri dönen oluyorsa da hiç şaşırmam. Modern ve yeni binaların olduğu yeni gümrükte pasaportum dışında hiç bir evraka bakılmadan, hiç bir soru sorulmadan çıkış işlemleri yapılıyor. Makedon gümrüğüne geldiğim anda ise terk edilmiş Yunan gümrüğünün aynısı, fakat terk edilmemişiyle karşılaşıyorum. Eski ve yıpranmış binalar, ama güler yüzlü ve Türkçe bilen görevliler... Plakayı, sigorta evraklarını ve pasaportları kontrol ederken bize "komşu" diye hitap ederek Makedonya'da ne yapacağımızı, ne kadar kalacağımızı, Türkiye'de nerede oturduğumuzu soruyor ve kısa bir sohbetin ardından giriş işlemlerini tamamlayarak evrakları geri veriyor.


Makedon kedisi :) // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4.0

Makedonya tarafına geçtiğim anda binalarda, çevrede dramatik bir değişime tanık oluyorum. Eski ve bakımsız binalar, daha düzensiz yerleşimler, yol kenarındaki çöpler dikkati çekiyor. Yunanistan'dan çıkarken çiselemekte olan yağmur, Bitola'ya (Mansatır) girişimle birlikte hızlanıyor. Manastır herhalde herkesin adını tarih derslerinden hatırladığı bir yerdir. 1395 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiş olan Manastır'da Rumeli Eyaleti'ne bağlı Ohrid Sancakbeyliği kurulmuş. Uzun süre Türklerin ağırlıkta olduğu bölgenin asıl halkı Slav kökenli. Şehrin çok içine girmeyip etrafından dolaşıyorum ancak Evliya Çelebi, seyahatnamesinde burası için "En güzel Rum ili" dediğine göre şehir (en azından o dönemde) oldukça güzel olmalı.

Bitola'yı arkamda bıraktıktan sonra bir süre ufak köylerin, büyük elma bahçelerinin içinden geçiyorum ve muhteşem sonbahar manzaraları eşliğinde Ohrid'e doğru yol alıyorum. Bitola Ohrid arası sadece 45 km ancak yol çok virajlı, kimi zaman oldukça yokuşlu ve dar. Dolayısıyla yavaş ilerleniyor ve 1.5 saat civarında sürüyor. Zaten bu kadar güzel manzaraların yanından geçerken hızlı gidip keyfini çıkartmamak doğru olmaz.


Saint Naum heykeli // Samsung Galaxy S2

Hakkında çok şey okuduğum, onlarca fotoğrafını gördüğüm Ohrid'e vardığımı hem Kiril hem Latin harfleriyle yazılmış kocaman "OHRID" tabelası sayesinde fark ediyorum. Tabeladan sonra yaklaşık 10 km gitmiş olmama rağmen hala binaların, işyerlerinin, bankaların olduğu, eski doğu bloku ülkelerini andıran bir şehir Ohrid. Orta Çağ'daki halinde kalmış, UNESCO Dünya Mirası Alanı olan eski şehir bu yollardan geçerken bir türlü gözümde canlanmıyor. Bir süre daha gittikten sonra önce tepede kaleyi, daha sonra da tam karşımda gölü görünce biraz rahatlıyorum. Eski şehrin içinde konaklayacağım mekanın sahibi Bay Jovan ile buluşma noktama varıyorum, onu da alarak benim hayatta bulamayacağım ara yollardan geçerek Villa Jovan'a geliyorum. Aracımı yüzlerce yıl önce sadece at arabalarının geçtiği iri taşlı yola park ettikten sonra geleneksel bir Ohrid evi olan, 6 odalı Villa Jovan'a yerleşiyorum.


Ohrid manzarası // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0


Villa Jovan, içi tamamen ahşap, dışı ise ahşap - taş karışık, tipik bir Ohrid evi. Odalar küçük ama son derece yeterli, ısıtma ve soğutma için kliması, televizyonu, 24 saat sıcak suyu var. Ev sahiplerine de değinmeden edemeyeceğim. Gerek Bay Jovan, gerekse eşi konaklamamız boyunca çok ilgilendiler. Özellikle Bayan Jovan memnun edebilmek için parçalandı diyebilirim. Her sabah inanılmaz bir kahvaltı sofrasına uyanıp, kendi pişirdiği birbirinden lezzetli kekleri, börekleri, yine kendi yaptığı reçelleri afiyetle yedik. Sanki bir otelde değil de, evlerinde misafirmiş gibi ağırlandık. 

Ekim ayının sonu olmasına rağmen hava yaz günlerini aratmıyor. Haftalık hava raporu yağmur geldiğini bildirdiği için ilk iş olarak göl turu yapıyorum. Ohrid'in ufak limanında hem büyük gruplar için, hem de 2-3 kişi için gezi tekneleri mevcut. Grup turlarının bazılarının akşamüstü, bazılarının da yarın kalkacağını öğrenince hemen 20 Euro'ya 1.5 saat için bir tekne kiralıyorum.


Saint John Kilisesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0


Ohrid Gölü'ne açıldığım zaman ilk dikkatimi çeken şey ucu bucağının olmayışı: yüzölçümü 358 km2, havzası 2600 km2. Zaten yerel halk buraya "Ohrid Denizi" diyor. En derin yeri 288 metre olan göl, dünyanın en derin gölleri olan Baykal ve Tanganyika Gölleri gibi inanılmaz bir endemik (oraya has) canlı ve bitki çeşitliliğine sahip. Gölde çıplak gözle ve her yerde görülebilen kuşlar ise küçük karabatak, küçük batağan, kuğu, sakarmeke, yalıçapkını ve karabaş martı. Tekne ile gezerken suya baktığımda hemen hemen her yerde dibi görebiliyorum. Ohrid Gölü'nün suyu gerçekten çok berrak.


Kuğu ve Ohrid // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0

Gölde gezerken eski şehri çevreleyen surlar, kiliseler ve tarihi evler oldukça güzel görünüyor. Limanın bulunduğu koyun doğu yakasındaki tepede ise büyük bir malikane bulunuyor. Burası zamanında Tito'nun malikanesiymiş ve şu anda devlet misafirhanesi olarak kullanılıyormuş.

Gelelim eski şehire... Ohrid arkeolojik bulgular işaret ettiği üzere Avrupa'nın en eski yerleşimlerinden biri. Ancak bugün gördüğümüz haliyle şehir 7. ve 19. yüzyıllar arasında inşa edilmiş. Bizans zamanında şehir o kadar büyük önem kazanmış ki, Ortodoks Hristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiş. Evliya Çelebi seyahatnamesinde burada her gün için bir tane, yani 365 tane şapel olduğundan bahsediyor. Şu anda bu kadar yüksek miktarda olmasa da yine çok sayıda kilise mevcut. Bu kiliselerden en önemli ve eskilerinden bir tanesi de Sveti Sofia (Sveti = Saint = Aziz). Denize bakan tepede inşa edilmiş olan büyük kilisede 9, 10 ve 11. yüzyıllarda yapılmış harika freskler mevcut. Bunlar dünyanın o döneme ait en iyi korunmuş freskleri. Ohrid Osmanlı hakimiyetine girdiği zaman bu kilise camiye çevrilmiş ancak çok büyük değişiklik yapılmadığı için daha sonra eski haline çevirmeleri kolay olmuş. Eski şehrin tamamını yürüyerek gezmek gerekiyor. Hem her yol araba trafiğine açık değil hem de şehrin eski binalarını, taş yollarını özümseyebilmek için tadını çıkartarak yürümek gerekiyor. 


Eski şehrin taş yolları // Samsung Galaxy S2


Ohrid'de yemek ve alışveriş için bir çok seçenek mevcut. Göl kıyısında kafeler ve restoranlar, eski çarşının içinde bir çoğu Türkçe tabelalı "köfteci", "tavuk çevirme", "çay evi" gibi bir şeyler yiyip dinlenilebilecek mekanlar, buraya özgü sedef ve inci ağırlıklı takılar satan dükkanlar eski pazar civarında görülebilir. Ohrid'in sedef ve incilerinin çok kaliteli ve uygun fiyatlı olduğu söyleniyor. İnci satan bir çok dükkanda Türkçe konuşuluyor. 

Ohrid'de kaldığım 3 gün boyunca bir çok restoranda yemek yedim; kaliteleri makul olsa da hiç biri kayda değer değildi. Ancak belirtmem gerekir ki göl kıyısındaki bir restoranda pek dokunmadığımız bir yemeği niye yemediğimizi sorduklarında "beğenmedik" dememiz üzerine sorgusuz sualsiz masadan kaldırıp hesaba da eklememeleri büyük bir jestti.


Saint Sofia Kilisesi // Samsung Galaxy S2

Ohrid'in güneydoğusunda göl kıyısını takip ederek ulaşılabilecek Sveti Naum'da (Arnavutluk sınırı) bir manastır mevcut. Ohrid'e 35 km mesafedeki bu manastırı ve özellikle de buraya giden yolu şiddetle tavsiye ederim; muhteşem.

Ohrid'den ayrılırken bastıran sağanak yağmur ile birlikte son durak olan Kastoria (Yunanistan) Gölü'ne doğru yola çıkıyorum. Otelden ayrılırken Bayan Jovan neredeyse arkamızdan su dökecek; valizlere yardım edip sarılarak uğurluyor.


Ohrid'de bir ev kapısı // Samsung Galaxy S2

Yunanistan gümrüğüne kadar geldiğim yolu takip ederek gümrükten 5 dakikada geçtikten sonra Yunanlıların dahi pek kullanmadığı dağ yollarını tercih edip Kastoria Gölü'ne yola çıkıyorum. Dağ yolları yolculuğumu tam 2 saat uzatıyor ama manzaraları gördükten sonra 5 saat uzatacak olsa da yine bu yolları tercih ederdim...

Sonraki yazı: Kastoria Gölü, Alexandroupoli ve Türkiye'ye dönüş...



1 yorum:

  1. Gerçekten de Ohrid Gölü kıyısı muhteşem gözüküyor. Keşke yol manzaralarını da görebilseydik?

    Kastoria'da seneler önceki kar altındaki durgun göl manzarası hâlâ aklımda. Neden arabayı durdurup çekmedim diye hayıflanırım.

    EK

    YanıtlaSil