Yaşamın çelişkisi ölümle sonlanmasıdır. Ve yaşamın kendisi değildir aslında hoşa giden. Yaşadığını unuttuğun anların toplamıdır hayatının zirvesi; kendiliğinden, zorlamadan, zevk alarak yaşadığın anlar. Bir kurt ulumasıdır uzaklardan gelen, ya da göğü türlü renklere boyayan kuzey ışıkları. Kızakların karda çıkarttığı hışırtıya eşlik eden sağır edici sessizliktir, ya da kızak durur durmaz bunu sorgulayan köpeklerin çığlıkları…
“Sonsuz karanlık, ateş ve buz” diye tanımlar Dante cehennemi. Oysa kısa
ve karanlık günler, ateş başı sohbetleri ve dondurucu soğuk hayatın ta kendisidir
burada. Hayatta kalmak için uyum sağlamaktan fazlasıdır yaşam. Yaşadığını
unutmak, rüyada gibi yaşamaktır Laponya…
…
“Aptalca soru yoktur; sorulmayan sorular yüzünden yapılan aptalca
hatalar vardır” diye söze giriyor Petri. Isınması için çalışır vaziyette
bıraktığımız kar motorlarının önünde Petri’yi dinlerken açıkta kalan tek yerim
olan gözlerimin ve burnumun donduğunu hissediyorum. Hava -17°C ve hafif kar
yağışı var ama Laponya koşullarında hayatta kalabilmek için üstüm çok sıkı:
termal içlikler, iki kat yün çorap, kargo pantolon, yün kazak, kafamda balaklava,
ellerimde iki kat eldiven, hepsinin üzerine giydiğim bir kar tulumu, içi kürklü
botlar ve kafamda kürklü şapka. Zaten çok soğuk olan havaya ek olarak bir de
kar motorlarıyla dolaşıp rüzgâra maruz kalınacağı için çok sıkı giyinmek
gerekiyor.
Laponya'da bulutlu bir gün // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
Petri işini çok ciddi yapan bir
rehber. Her sabah mutlaka güvenlik brifingi verip kar motoru tekniklerinin
üzerinden geçiyor. Üçüncüye dinlediğim yarım saatlik eğitimin sonunda motorlara
binebileceğimiz talimatı verilince büyük bir heyecan ve hevesle motoruma
biniyorum. Vücudumun geri kalanı için pek faydası olmasa da motorun gidonu
ısıtmalı ve en azından ellerimin donmasına mani oluyor. Her sabah olduğu gibi
Petri öncelikle geniş ve dümdüz olan anayola çıkıp en önde yavaşça gidiyor. Az
önce eğitim alanların motorlara alışması, diğer motorlarla haberleştikleri el
işaretlerini pekiştirmesi yaklaşık 15 dakika alıyor ve Petri herkesin motorlara
hâkim olduğuna ikna olunca dar bir orman yoluna girip tempoyu biraz arttırıyor.
Kör edici beyazlık, devasa çam ağaçları ve muhteşem manzaralar eşliğinde
seyrederken rüzgârın da etkisiyle içime işleyen soğuk üşütmek yerine adeta
dinginlik veriyor. Hava o kadar temiz ve taze ki içime çektiğim her nefeste
ciğerlerim yanıyor.
Yaklaşık bir saatin sonunda Petri
herkesin motorlara alıştığına ikna olmuş olmalı ki çok dar, hafif engebeli bir
patikaya giriyor ve hızı biraz arttırıyor. İşte şimdi gerçekten adrenalin
pompalamaya başlıyor vücudum. Sağlı sollu sık ağaçların olduğu dar bir patikada
hızla giderken karşımıza çıkan tümseklerde kızaklar yerden kesiliyor, midemde
kelebekler dolaşıyormuş hissi çok kısa sürse de yüzümü güldürüp içimde daha
hızlı gitme isteği uyandırıyor.
Kar motorlarıyla gezi // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
Yüksek bir tempo yakalamış,
yarıştaymışçasına dolaşırken Petri dur işareti yaparak yavaşlamaya başlıyor.
Sırayla herkes arkasındakine dur işaretini gösteriyor ve kısa süre içerisinde sekiz motorluk grubumuz tamamen duruyor. Eliyle işaret ederek, takip ettiğimiz
patikada yaklaşık 25 metre ileriyi gösteriyor Petri; beş bireylik bir ren
geyiği grubu ağaçların arasında en sevdikleri yiyecek olan likenlerle
besleniyor. Laponya’da ren geyiği hayatın her alanında çok önemli bir yer
teşkil ediyor; ızgaradan yahniye her türlü geyik eti yemeği pişiriliyor,
kürkünden kıyafet ve battaniye yapılıyor, kızaklara koşularak gücünden istifade
ediliyor, boynuzundan çeşitli el aletleri ve ev eşyaları yapılıyor. Laponya’nın
hemen her yerinde ren geyiği yetiştirilen çiftlikler olsa da ormanda o anda
gördüklerimiz gibi yabani ren geyiklerine rastlamak her zaman mümkün. Beslenen
geyikleri ürkütmeden bir süre seyrediyoruz ve hayvanlar ormanın derinliklerinde
kaybolunca yolumuza devam ediyoruz.
Çiftlikte ren geyiği seven turistler // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
Kar motorları ile gezmek o kadar
keyifli ki kimsenin durmaya niyeti yok. Ancak öğlen oluyor ve bir şeyler
atıştırmamız gerek. Daracık bir patikadan yokuş yukarı seyrediyoruz ve bir süre
sonra patika motorlarla geçemeyeceğimiz kadar daralıyor. Petri “dur” işareti yapınca herkes duruyor.
Motorları durdurup kasklarımızı çıkartıyoruz ve motorlardan iniyoruz; yola
yürüyerek devam edeceğiz. Kış aylarında kuzey kutup bölgesinde yer alan
Laponya’da günler çok kısa ve genelde güneş yüzünü pek göstermiyor. İçine
daldığımız orman ise ağaç yoğunluğu yüzünden adeta gece gibi. Yokuş yukarı
patikadan tek sıra yürürken sadece botlarımızın karda çıkarttığı gıcırtı ve
nefesimizin sesini duyuyoruz. Dondurucu soğuk ve hareketi kısıtlayan kat kat
kıyafete rağmen içimde sonsuz bir huzur hissediyorum.
Yoğun karda kolay yürümeyi sağlayan hedik // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
Tertemiz ve taptaze havayı
ciğerlerimize doldurarak yürüyoruz ve ufacık ahşap bir kulübeye geldiğimizde duruyoruz.
Devlet
tarafından yapılmış ancak halk tarafından sahip çıkılan ve kapısında
kilit olmayan bu
tarz kulübeler Laponya’da çok yaygın. Yürüyüş, kayak ve kar motoru
parkurlarının belirli yerlerine yapılmış bu kulübelerde ateş yakılması için
odun her daim mevcut. Ancak bu odunu devlet koymuyor. Koşulları son derece
çetin olan Laponya’da kaybolan, sakatlanan veya çok üşüyerek bu
kulübelere sığınacak ziyaretçiler
düşünülerek, kendisinden sonra gelecek kişi odun
bulacak durumda olmayabilir mantığıyla kulübeyi son kullanan kişi bırakıyor bu
odunları. Petri içerideki odunlar ile ateş yakıyor, bacası hariç açık hiç bir
yeri olmayan kulübe ısınırken yanında getirdiği çaydanlığa suyu doldurup
kaynamaya bırakıyor.
Ahşap kulübe // Burak Doğansoysal (c) Canon SX200 IS |
Öğle yemeği menüsü çok zengin:
Peynirli ve Finlandiya’ya özgü sucuklu sandviç, sıcak çikolata, çay ve kahve,
çok tüketildiği için “Finlandiyalıların
sebzesidir” diye esprisi yapılan sosis ve içeceğimize bandırarak
yiyeceğimiz kıtır bir tatlı. İçeceklerimizi seçiyoruz, sandviçimizi ısınması
için ateşin üzerindeki ızgaraya bırakıyoruz, çakıyla sivrilttiğimiz dal
parçalarına sosislerimizi takıyoruz ve buz gibi Laponya’nın ortasında, ufak
ama sıcacık bir kulübede bize ziyafet gibi gelen, aslında son derece basit öğle
yemeğimizi yiyoruz.
Kulübede ateş başı keyfi // Burak Doğansoysal (c) Canon SX200 IS |
Yemeğin ardından biraz daha ısındıktan
sonra civardan odun topluyoruz, kulübeyi bulduğumuz gibi bırakıp kapısını kapatıyoruz ve
motorlarımızı bıraktığımız yere yokuş aşağı yürüyoruz. Kış aylarında günde
sadece 3,5 – 4 saat güneş yüzü görebilen Laponya’da biz içerideyken hava tamamen
kararmış. Ancak her yeri kaplayan karın sebep olduğu yansıma sayesinde etraf
normalden biraz daha aydınlık.
Motorlarımıza ulaştıktan sonra kasklarımızı
takıp Petri’ye hazırız sinyalini verip yola koyuluyoruz. Artık herkes motorlara
son derece hâkim
ve zor parkurlardan çok daha rahat ve hızlı geçerek dönüş yoluna koyuluyoruz. Son
derece zevkli ve tempolu dönüş yolculuğunun ardından ziyaretçi merkezine geldiğimizde sıcacık
bir bardak çay sipariş edip, üstümdeki katmanlardan birkaçını çıkartarak şömine başında günün
yorgunluğunu atmaya çalışıyorum. Çayımı yudumladıktan sonra şöminenin sıcaklığı
ve odunların hipnotize eden çıtırtısı eşliğinde göz kapaklarım ağırlaşıyor.
…
Jack London romanlarında tasvir edilen bir sahnedeyim. Çadırıma birkaç metre
uzakta yanan ateş, yanı başımda da yemeklerini yiyip arada birbirleriyle
didişen köpekler. Köpeklerin çektiği kızağım bir köşede, taşıdığım yükler ise
kızağın üzerinde duruyor. Yatmadan önce ısınmak için ateş başında çayımı
yudumlarken birden gök alev alıyor; ama bu alev yeşil. Titriyor, dans ediyor,
parlıyor, sönüyor yeşil alevler. Uyanıkken görülen bir rüya gibi büyülüyor beni
kuzey ışıkları. Elbette bilimsel (*) bir açıklaması var kuzey ışıklarının. Ancak o anın
büyüsüyle Fin mitolojisindeki açıklama daha akla yatkın geliyor. Evet; bu inanılması güç ve etkileyici manzaraya gökyüzünde
dolaşırken kuyruğunu yıldızlara süren büyülü bir tilki sebep oluyor olabilir.
…
Kuzey ışıklarının dansına dalıp
gitmişken bir el sarsıyor omzumu. Şömine başında ne kadar uyukladım bilmiyorum
ama Petri beni uyandırıp yemeğin hazır olduğunu haber veriyor. Gördüğüm rüyanın
etkisinden sıyrılmam birkaç dakikamı alıyor ve sonrasında yemek salonuna
gidiyorum. Üç
çeşit ev yapımı ekmek,
ringa balığı filetosu
ve tatlı salatalık turşusu eşliğinde ren geyiği eti, soğan ve patatesle yapılan yerel
lezzet “Porokiusaus” yedikten sonra erkenden
ahşap kulübeme
çekiliyorum.
Dışarısı zifiri karanlık, kulübemin içi sıcacık, banyonun yanındaki sauna ise tüm yorgunluğumu almak istercesine alev alev yanıyor. Konakladığım
tesiste alarm sistemi var ve kuzey ışıkları görülürse derhal çanları çalıp
alarm vereceklerini biliyorum. Sıcak bir sauna keyfinin ardından kuzey ışıkları
hayali ve yarın köpeklerin çektiği kızakla yapacağım gezinin heyecanıyla uykuya
dalıyorum…
Kızakları çeken "husky" cinsi köpek // Burak Doğansoysal (c) Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0 |
(*) Kuzey Işıkları (Aurora borealis): Güneşten kopan elektrik yüklü parçacıkların dünyanın atmosferine girerken manyetik alan yüzünden kutuplara yönelmesi ve atmosferdeki nitrojen ve oksijen molekülleriyle çarpışması sonucu gökyüzünde oluşan büyüleyici bir ışık gösterisi...
vay anasını, mutlaka gidilmesi gereken bir yer gibi görünüyor. kuzey ışıklarının fotoğrafını çektin mi?
YanıtlaSil