27 Aralık 2012 Perşembe

Köklerle Göz Göze: Dağ Gorilleri...



Milli Park girişinde rehberlerimiz ile yaptığımız hazırlık toplantısının üzerinden tam 4 saat geçti. Önceki gün yağan yağmurun etkisiyle yumuşamış toprak zeminde saatlerdir yürüyor olmanın zorluğu yetmezmiş gibi çoğu zaman rehberlerin yoğun bitki örtüsü içinde palalarıyla açtığı patikalardan eğilip bükülerek geçmek zorunda kalıyoruz. Yürüyüşümüze Volkanlar Milli Parkı (Parc National des Volcans) sınırının yer aldığı 2500 metre yükseklikte başladık, 3000 metreye doğru ilerliyoruz ve irtifadaki artış her geçen dakika nefesimizi biraz daha kesiyor. Bütün bu zorluklara rağmen mis gibi toprak kokusu, aldığımız her nefeste adeta nektarını içimize çektiğimiz çiçekler, yolumuz üzerinde karşılaştığımız onlarca tür kuş ve memeli hedefimize giden yolda bizi motive ediyor.

Volkanlar Milli Parkı ormanı // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4.0

Hava çok sıcak değil ama yağmur ormanının içi oldukça nemli ve zaman zaman durup dinlenmemiz, özellikle irtifa ile başa çıkabilmek için bolca sıvı tüketmemiz gerekiyor. 8 kişilik ekibimize ikisi silahlı 3 rehber ve eşyalarımıza yardım etmek için de 8 taşıyıcı (porter) eşlik ediyor. Silahlı rehberlerin yanımızda olma sebebi yağmur ormanında yaşayan ve yürüyüşümüz esnasında karşı karşıya gelmek istemeyeceğimiz Afrika orman fili (Loxodonta cyclotis) ve Afrika orman bufalosu (Syncerus caffer nanus) tehlikesine karşı ekibimizi korumak.

İkiz göller - Rwanda // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0

Aralıksız yürüdüğümüz bir yarım saatin ardından arkadan gelen “duralım” sesiyle en öndeki rehber grubu durduruyor ve tek tek herkes molaya hazırlanırken taşıyıcım beni iterek “durmayın, devam edin” diye bağırıyor. Az sonra anlıyoruz ki durmak istediğimiz yer oldukça büyük bir ateş karıncası kolonisinin harıl harıl çalıştığı yol üzerinde. Ateş karıncaları rahatsız edilip tehdit algıladıkları zaman oldukça agresif karşılık veren, ısırıkları da son derece acı verici olan bir karınca türü. Bu maceraya bir de karınca saldırısı eklemek istemediğimiz için biraz daha devam edip güvenli bir yerde mola veriyoruz.

Ekip dinlenip su içerken grubun liderliğini yapan rehberimizin telsizi canlanıyor ve kısa bir diyalogun ardından bize dönerek “Gorilleri bulduk, 5 dakika mesafedeler” diyor. Herkesin heyecanı yüzünden okunuyor ve çabucak toparlanarak yola koyuluyoruz. Aldığımız haberin yarattığı sevinç ile artık parkta yürüyormuşçasına rahat yol aldığımız yoğun ormanda ilerlerken aniden duruyoruz. Rehberlerimiz sessiz olmamızı ve sadece fotoğraf makinelerimizi alarak kalan tüm eşyalarımızı taşıyıcılarımızın yanında bırakmamız gerektiğini söylüyor. Sessizce hazırlanıp, suyumuzdan son bir yudum alarak rehberimizin arkasında yerimizi alıyoruz.

Dağ gorilleri // Canon 5d MkII + Canon 70-200mm f2.8 IS

Yaklaşık 50 metre yürüdükten sonra bir anda gökyüzünün mavisi ile karşılaşıyoruz. Yağmur ormanının içindeki ufak açıklıklardan birindeyiz ve Umubano goril ailesi tam önümüzde duruyor. Nefesimizi kesen artık yükseklik değil, nesli tehlike altındaki dağ gorillerine (Gorilla beringei beringei) doğal ortamında 5 metre mesafede olmanın verdiği heyecan…

Virunga dağ silsilesinin Kongo tarafında (Virunga Milli Parkı), Uganda tarafında (Mgahinga Milli Parkı) ve Rwanda tarafında (Volkanlar Milli Parkı) olmak üzere yaklaşık 750 birey dağ gorili yaşıyor. Bizim tırmandığımız Rwanda tarafı oldukça dağlık bir bölge ve “Bin tepeler diyarı - Land of a thousand hills” adını fazlasıyla hak ediyor.

Mgahinga Yanardağı - Uganda // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0

Dağ gorillerinin günümüzde bu kadar az kalmış olmalarının en büyük sebepleri kaçak avcılık ve habitat kaybı. Tarım arazisi açmak için kesilen ormanlar geniş bir alana ihtiyacı olan goril ailelerinin küçük bir alanda sıkışmasına sebep olmuş, bağlantısı kesilen ormanlar yüzünden erişkinliğe adım atan genç erkekler ailelerinden ayrılıp yeni yaşam alanı bulamamış, bir de bütün bunlara bölgeye yıllarca hakim olan politik istikrarsızlık ve iç savaşlar eklenince dağ gorillerinin sayısı oldukça azalmış. Ancak günümüzde yapılan doğa koruma ve bilinçlendirme çalışmaları sonucunda oluşan farkındalık ve eko-turizmden sağlanan gelir sayesinde dağ gorilleri mevcut durumlarını koruyup yavaş da olsa sayıca artıyorlar.

Gümüşsırt (Silverback) // Canon 5d Mk II + Canon 70-200 mm f2.8 IS

İzlediğimiz grubun lideri Charles isimli gümüş sırt (silverback) yüz üstü uzanmış yatıyor, genç kardeşler ve bebekler de hemen babalarının yanında oyun oynuyorlar. Taklalar atan, alt alta üst üste güreşen gençler gümüş sırt tarafından zaman zaman sesli olarak uyarılıyorlar. İnsanların gorillere 7 metreden daha fazla yaklaşması yasak. Bu yasağın gerekçesi, insandan gelebilecek hastalıklara karşı gorillerin bağışıklığının olmaması, insanda basit bir nezleye yol açacak virüsün gorillerde ölümcül sonuçlar doğuracak olması. Ancak goriller bu yasaktan haberdar değiller ve zaman zaman oldukça yaklaşıyor, hatta meraklı bebekler ayakkabılarımıza, fotoğraf makinelerimize dokunmaya çalışıyorlar. İnsanlara çok yaklaştıkları zaman gümüş sırttan veya annelerinden gelen uyarının şiddeti artıyor, kısa bir süre için de olsa yavru goriller geri çekiliyor.

Eylül 2010'da BBC Wildlife Magazine'de "Editors Photo of the Month" seçilen fotoğrafım
Canon 5d Mk II + Canon 70-200 mm f2.8

Bir süre sonra gümüş sırt homurdanarak pozisyon değiştiriyor ve sırt üstü yatıyor. Tam o sırada karşımızdaki çalılıkların arasından sırtında 4 aylık yavrusuyla erişkin bir dişi çıkıyor ve diğer gorillerin yanına gelir gelmez yavrusu sırtından atlayarak kardeşlerinin oyununa katılıyor. Yavrusunu kardeşlerine emanet eden anne yanımıza yaklaşıyor ve son derece uysal bakan kahverengi gözlerini gözlerime kilitliyor. O anda fotoğraf çekmeyi bırakıp ben de ona bakıyorum. Gorilin bakışları anlam yüklü, içime işliyor. Sanki benim ne olduğumun farkında ve kendisiyle aramda bir tür bağ kurmaya çalışıyor. Bu nazik devin yumuşak ve sorgulayan bakışları karşısında kendimi insanlık adına hesap vermek zorunda hissediyorum; duvarlarımızı süslemesi için acımasızca öldürdüğümüz akrabaları için, onu neredeyse evsiz kalmanın eşiğine getiren orman katliamları için,  kendi konforu uğruna onun yaşamını elinden alan bencil “insanlık” için özür dilemek istiyorum.

Dağ gorili ve yavrusu // Canon 40D + Canon 400 mm f5.6

Düşüncelere dalmış, hayatımda gördüğüm en güzel manzarayı seyrederken rehberimiz 5 dakikamız kaldığını bildiriyor. Gorilleri bulduktan sonra onlarla geçirilecek süre 1 saat ile sınırlandırılmış. Gorillerin günlük rutinini bozmamak, insanlarla etkileşimlerini kontrol altında tutabilmek için bu kurala mutlaka uyuluyor.

Son karelerimi almak için yeniden fotoğraf makinemi elime aldığım sırada gümüş sırt bir şeylerden huzursuz oluyor ve yüksek sesli homurtular çıkartmaya başlıyor. Rehberimizden bu seslerin ne olduğu konusunda açıklama almayı beklerken, 240 kiloluk dev yattığı yerden fırlayarak üzerimize koşuyor. Dağa tırmanmadan önce gorillerin yanında nasıl davranacağımız ile ilgili bilgi alıp provasını yapmıştık. Dolayısıyla rehberin “Oturun!!!” uyarısını almayı beklemeden olduğumuz yere çöküyoruz. Bu bir gösteri saldırısı; ancak yine de temkinli olmakta fayda var çünkü gümüş sırt, bölgesini ve ailesini tüm tehlikelere karşı cesurca koruyan, iri bir insandan 3 kat daha büyük ve kuvvetli bir lider.

Üzerimize hamle yaptıktan sonra homurtularının şiddeti yavaş yavaş azalıyor ancak hala ayakta ve bizi izliyor. Oturduğumuz yerde kafamız önde, göz temasını kesmiş bir şekilde Charles’ın rahatlamasını bekliyoruz. Fotoğraf çektiğim için saldırı anında en önde kalıyorum ve 2 metre solumdaki gümüş sırtın kokusunu alıp adeta nefesini yüzümde hissediyorum. Bir ara kafamı kaldırıp baktığımda gördüğüm tek şey gümüş sırtın her biri bacağım kalınlığında simsiyah tüylü kolları oluyor.

Umubano ailesi lideri Charles // Canon 5d Mk II + Canon 70-200 mm f2.8 IS

Yaklaşık 4 dakika oturduğumuz yerde çakılı kaldıktan sonra gümüş sırtın ses tonu değişiyor ve rehberimiz, Charles’ın sakinleştiğini, ailesine “sorun yok” sinyalini verdiğini ve oturduğumuz yerden ayağa kalkmadan fotoğraf çekmeye devam edebileceğimizi söylüyor. Olduğum yerde gümüş sırtlı deve doğru dönerek 1-2 kare fotoğrafını çekiyorum. O anda makinemde geniş açılı lensim takılı olmadığı için hayıflanırken Charles ağır adımlarla üstümüze geliyor, bana ve hemen sağımda duran rehberimize sürtünerek yanımızdan geçip tam arkamıza oturuyor. Rehberimiz yavaş adımlarla ve ayağa kalkmadan uzaklaşmamız gerektiğini söylediğinde, kalbim dışarıdan duyulacak kadar hızlı ve şiddetli çarpıyor. Ekibimizin diğer üyeleriyle birlikte rehberin gösterdiği yere geçince artık ayağa kalkabileceğimiz söyleniyor ancak yaşadığımız heyecan dolu dakikaların ardından titreyen bacaklarımızın üstünde ayağa kalkmamız biraz vakit alıyor.

Dağ gorili // Canon 40D + Canon 400 mm f5.6

Bir gün gibi geçen bir saatin ardından gorillerin yanından ayrılmamız ve dağdan inişe geçmemiz gerektiği bilgisi geliyor rehberimizden. Son bir kez göz göze geldikten sonra Umubano ailesini kendi halinde bırakıp, hayatımız boyunca unutmayacağımız anılarla dönüş yoluna koyuluyoruz. Eşyalarımızı bıraktığımız noktaya geri dönerek taşıyıcılarımızla buluşuyoruz ve ilk iş olarak kana kana su içiyoruz.

Rehberimiz herkes hazır olduktan sonra yürüyüşe başlıyor. Yaklaşık 2 saat süren yürüyüş daha kısa olmasına rağmen en az tırmanış kadar zor geçiyor. Çamurlu zeminde yokuş aşağı inerken kaymamak için yürüyüş sopalarımıza, ağaç dallarına ve yoğun bitki örtüsüne sıkı sıkı tutunuyoruz. Tırmanışın aksine inişte kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Zaman zaman arkama dönüp bakıyorum ve herkesin ağzı kulaklarında, az önce yaşadıklarımızı düşünüyor. Çok az insanın görme şansı yakaladığı bu muhteşem yaratıkları görmüş olmakla kalmayıp oldukça heyecan verici anlara tanıklık etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

Ruanda: Bin tepeler diyarı (Land of a thousand hills) // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0

7 saat önce yürüyüşe başladığımız Milli Park girişine geldiğimizde araçlarımızı bizi beklerken buluyoruz. Şoförümüz tırmanışın nasıl geçtiğini sorduğunda dönüp az önce tırmandığımız dağa ve içinden çıktığımız yağmur ormanına son bir kez bakıyorum. Dağ gorilleriyle ilk defa göz göze geldiğimde hissettiklerimi kolay kolay açıklayamayacağım için “Çok iyi geçti, harika bir deneyimdi.” diye cevap veriyorum. Kalbimin ve aklımın bir kısmının burada kalacağını, ilk fırsatta mutlaka bu muhteşem coğrafyaya tekrar geleceğimi henüz sadece ben biliyorum...

Köklerle göz göze... // Canon 5d Mk II + Canon 70-200 mm f2.8 IS



2 Aralık 2012 Pazar

Makedonya'nın "incisi" Ohrid


Makedonya'nın güneyinde yer alan Ohrid Gölü uzun süredir ziyaret edilecek yerler listemdeydi. Hazır arabayla Yunanistan turu yapıyorken burayı da aradan çıkartmak istedim ve Selanik'ten sonraki durağımı Ohrid olarak belirledim. Selanik dışına çıktıktan sonra uzun süre otobandan devam eden yolda önce Kozani, daha sonra Florini tabelaları takip edilerek Makedonya'ya doğru gidiliyor. Florini'den itibaren zaten Bitola (Türkçesiyle "Manastır") ve FYROM (Former Yugoslav Republic of Macedonia - Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti) tabelaları sıklıkla görülüyor.

Gümrük geçişinde Yunanistan tarafı tamamen yenilenmiş ancak bunu anlamak biraz zaman alıyor. Girişinde "gümrük" tabelalarının olduğu, ancak tamamen terk edilmiş, kovboy filmlerindeki vahşi batı kasabalarını andıran bir yerleşke çıkıyor karşıma. Biraz ilerleyip ufuktaki Yunan bayraklarını görünce durumu anlıyorum ama burayı görüp geri dönen oluyorsa da hiç şaşırmam. Modern ve yeni binaların olduğu yeni gümrükte pasaportum dışında hiç bir evraka bakılmadan, hiç bir soru sorulmadan çıkış işlemleri yapılıyor. Makedon gümrüğüne geldiğim anda ise terk edilmiş Yunan gümrüğünün aynısı, fakat terk edilmemişiyle karşılaşıyorum. Eski ve yıpranmış binalar, ama güler yüzlü ve Türkçe bilen görevliler... Plakayı, sigorta evraklarını ve pasaportları kontrol ederken bize "komşu" diye hitap ederek Makedonya'da ne yapacağımızı, ne kadar kalacağımızı, Türkiye'de nerede oturduğumuzu soruyor ve kısa bir sohbetin ardından giriş işlemlerini tamamlayarak evrakları geri veriyor.


Makedon kedisi :) // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4.0

Makedonya tarafına geçtiğim anda binalarda, çevrede dramatik bir değişime tanık oluyorum. Eski ve bakımsız binalar, daha düzensiz yerleşimler, yol kenarındaki çöpler dikkati çekiyor. Yunanistan'dan çıkarken çiselemekte olan yağmur, Bitola'ya (Mansatır) girişimle birlikte hızlanıyor. Manastır herhalde herkesin adını tarih derslerinden hatırladığı bir yerdir. 1395 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiş olan Manastır'da Rumeli Eyaleti'ne bağlı Ohrid Sancakbeyliği kurulmuş. Uzun süre Türklerin ağırlıkta olduğu bölgenin asıl halkı Slav kökenli. Şehrin çok içine girmeyip etrafından dolaşıyorum ancak Evliya Çelebi, seyahatnamesinde burası için "En güzel Rum ili" dediğine göre şehir (en azından o dönemde) oldukça güzel olmalı.

Bitola'yı arkamda bıraktıktan sonra bir süre ufak köylerin, büyük elma bahçelerinin içinden geçiyorum ve muhteşem sonbahar manzaraları eşliğinde Ohrid'e doğru yol alıyorum. Bitola Ohrid arası sadece 45 km ancak yol çok virajlı, kimi zaman oldukça yokuşlu ve dar. Dolayısıyla yavaş ilerleniyor ve 1.5 saat civarında sürüyor. Zaten bu kadar güzel manzaraların yanından geçerken hızlı gidip keyfini çıkartmamak doğru olmaz.


Saint Naum heykeli // Samsung Galaxy S2

Hakkında çok şey okuduğum, onlarca fotoğrafını gördüğüm Ohrid'e vardığımı hem Kiril hem Latin harfleriyle yazılmış kocaman "OHRID" tabelası sayesinde fark ediyorum. Tabeladan sonra yaklaşık 10 km gitmiş olmama rağmen hala binaların, işyerlerinin, bankaların olduğu, eski doğu bloku ülkelerini andıran bir şehir Ohrid. Orta Çağ'daki halinde kalmış, UNESCO Dünya Mirası Alanı olan eski şehir bu yollardan geçerken bir türlü gözümde canlanmıyor. Bir süre daha gittikten sonra önce tepede kaleyi, daha sonra da tam karşımda gölü görünce biraz rahatlıyorum. Eski şehrin içinde konaklayacağım mekanın sahibi Bay Jovan ile buluşma noktama varıyorum, onu da alarak benim hayatta bulamayacağım ara yollardan geçerek Villa Jovan'a geliyorum. Aracımı yüzlerce yıl önce sadece at arabalarının geçtiği iri taşlı yola park ettikten sonra geleneksel bir Ohrid evi olan, 6 odalı Villa Jovan'a yerleşiyorum.


Ohrid manzarası // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0


Villa Jovan, içi tamamen ahşap, dışı ise ahşap - taş karışık, tipik bir Ohrid evi. Odalar küçük ama son derece yeterli, ısıtma ve soğutma için kliması, televizyonu, 24 saat sıcak suyu var. Ev sahiplerine de değinmeden edemeyeceğim. Gerek Bay Jovan, gerekse eşi konaklamamız boyunca çok ilgilendiler. Özellikle Bayan Jovan memnun edebilmek için parçalandı diyebilirim. Her sabah inanılmaz bir kahvaltı sofrasına uyanıp, kendi pişirdiği birbirinden lezzetli kekleri, börekleri, yine kendi yaptığı reçelleri afiyetle yedik. Sanki bir otelde değil de, evlerinde misafirmiş gibi ağırlandık. 

Ekim ayının sonu olmasına rağmen hava yaz günlerini aratmıyor. Haftalık hava raporu yağmur geldiğini bildirdiği için ilk iş olarak göl turu yapıyorum. Ohrid'in ufak limanında hem büyük gruplar için, hem de 2-3 kişi için gezi tekneleri mevcut. Grup turlarının bazılarının akşamüstü, bazılarının da yarın kalkacağını öğrenince hemen 20 Euro'ya 1.5 saat için bir tekne kiralıyorum.


Saint John Kilisesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0


Ohrid Gölü'ne açıldığım zaman ilk dikkatimi çeken şey ucu bucağının olmayışı: yüzölçümü 358 km2, havzası 2600 km2. Zaten yerel halk buraya "Ohrid Denizi" diyor. En derin yeri 288 metre olan göl, dünyanın en derin gölleri olan Baykal ve Tanganyika Gölleri gibi inanılmaz bir endemik (oraya has) canlı ve bitki çeşitliliğine sahip. Gölde çıplak gözle ve her yerde görülebilen kuşlar ise küçük karabatak, küçük batağan, kuğu, sakarmeke, yalıçapkını ve karabaş martı. Tekne ile gezerken suya baktığımda hemen hemen her yerde dibi görebiliyorum. Ohrid Gölü'nün suyu gerçekten çok berrak.


Kuğu ve Ohrid // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4.0

Gölde gezerken eski şehri çevreleyen surlar, kiliseler ve tarihi evler oldukça güzel görünüyor. Limanın bulunduğu koyun doğu yakasındaki tepede ise büyük bir malikane bulunuyor. Burası zamanında Tito'nun malikanesiymiş ve şu anda devlet misafirhanesi olarak kullanılıyormuş.

Gelelim eski şehire... Ohrid arkeolojik bulgular işaret ettiği üzere Avrupa'nın en eski yerleşimlerinden biri. Ancak bugün gördüğümüz haliyle şehir 7. ve 19. yüzyıllar arasında inşa edilmiş. Bizans zamanında şehir o kadar büyük önem kazanmış ki, Ortodoks Hristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiş. Evliya Çelebi seyahatnamesinde burada her gün için bir tane, yani 365 tane şapel olduğundan bahsediyor. Şu anda bu kadar yüksek miktarda olmasa da yine çok sayıda kilise mevcut. Bu kiliselerden en önemli ve eskilerinden bir tanesi de Sveti Sofia (Sveti = Saint = Aziz). Denize bakan tepede inşa edilmiş olan büyük kilisede 9, 10 ve 11. yüzyıllarda yapılmış harika freskler mevcut. Bunlar dünyanın o döneme ait en iyi korunmuş freskleri. Ohrid Osmanlı hakimiyetine girdiği zaman bu kilise camiye çevrilmiş ancak çok büyük değişiklik yapılmadığı için daha sonra eski haline çevirmeleri kolay olmuş. Eski şehrin tamamını yürüyerek gezmek gerekiyor. Hem her yol araba trafiğine açık değil hem de şehrin eski binalarını, taş yollarını özümseyebilmek için tadını çıkartarak yürümek gerekiyor. 


Eski şehrin taş yolları // Samsung Galaxy S2


Ohrid'de yemek ve alışveriş için bir çok seçenek mevcut. Göl kıyısında kafeler ve restoranlar, eski çarşının içinde bir çoğu Türkçe tabelalı "köfteci", "tavuk çevirme", "çay evi" gibi bir şeyler yiyip dinlenilebilecek mekanlar, buraya özgü sedef ve inci ağırlıklı takılar satan dükkanlar eski pazar civarında görülebilir. Ohrid'in sedef ve incilerinin çok kaliteli ve uygun fiyatlı olduğu söyleniyor. İnci satan bir çok dükkanda Türkçe konuşuluyor. 

Ohrid'de kaldığım 3 gün boyunca bir çok restoranda yemek yedim; kaliteleri makul olsa da hiç biri kayda değer değildi. Ancak belirtmem gerekir ki göl kıyısındaki bir restoranda pek dokunmadığımız bir yemeği niye yemediğimizi sorduklarında "beğenmedik" dememiz üzerine sorgusuz sualsiz masadan kaldırıp hesaba da eklememeleri büyük bir jestti.


Saint Sofia Kilisesi // Samsung Galaxy S2

Ohrid'in güneydoğusunda göl kıyısını takip ederek ulaşılabilecek Sveti Naum'da (Arnavutluk sınırı) bir manastır mevcut. Ohrid'e 35 km mesafedeki bu manastırı ve özellikle de buraya giden yolu şiddetle tavsiye ederim; muhteşem.

Ohrid'den ayrılırken bastıran sağanak yağmur ile birlikte son durak olan Kastoria (Yunanistan) Gölü'ne doğru yola çıkıyorum. Otelden ayrılırken Bayan Jovan neredeyse arkamızdan su dökecek; valizlere yardım edip sarılarak uğurluyor.


Ohrid'de bir ev kapısı // Samsung Galaxy S2

Yunanistan gümrüğüne kadar geldiğim yolu takip ederek gümrükten 5 dakikada geçtikten sonra Yunanlıların dahi pek kullanmadığı dağ yollarını tercih edip Kastoria Gölü'ne yola çıkıyorum. Dağ yolları yolculuğumu tam 2 saat uzatıyor ama manzaraları gördükten sonra 5 saat uzatacak olsa da yine bu yolları tercih ederdim...

Sonraki yazı: Kastoria Gölü, Alexandroupoli ve Türkiye'ye dönüş...



29 Kasım 2012 Perşembe

Makedonya yolu üzerindeki duraklar: Nea Moudania ve Selanik



Ouranouopoli'den çıktıktan sonra ufak ufak köylerden geçerek önce Ierissos, sonra Ormilia istikametinde devam edip Nea Moudania'ya varıyorum. Doğrudan Selanik'e gitmek yerine yolu uzatıp önce Nea Moudania'ya gitme sebebim fotoğraflarına defalarca rastladığım meşhur Nea Moudania Kilisesi'ni görmek.

Nea Moudania Kilisesi // Samsung Galaxy S2


Nea Moudania adını Bursa'nın aynı ismi taşıyan sahil ilçesi Mudanya'dan alıyor. Mübadele esnasında Mudanya'da yaşayan Rumların kurduğu bir yerleşim olan Nea Moudania'da (Yeni Mudanya) sokakta Türkçe konuşan, kahvehanelerde tavla oynarken Türkçe şakalaşan yaşlılara rastlamak mümkün. Aracımla bir tur atıp, yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra burada daha fazla kalmanın çok anlamlı olmadığına karar vererek ayrıldım. Sahilde olmasına rağmen pek sahil havası olmayan Nea Moudania'nın görmeyi en çok istediğim binasında da tadilat olunca burada uzun zaman geçirmeme sebep olacak başka bir çekim bulamadım.

Yunanistan'ın 2. büyük şehri olan Selanik, Nea Moudania'nın yaklaşık 70 km. kuzeyinde yer alıyor ve yolun tamamı otoban. Aslında Selanik'i daha önce gördüm ve çok fazla vakit geçirilmeye değecek, enteresan bir yer olduğunu düşünmüyorum. Güzel ve eğlenceli bir sahil şehri ve neredeyse İzmir'in ufak bir kopyası. Alsancak'taki sokakları andıran, kafelerin ve dükkanların olduğu sokaklar, neredeyse İzmir kordon boyu ile tamamen aynı  sahil şeridi ve tabi ki aynı deniz iki şehrin birbirine çok benzemesine neden olmuş. 

Yunanistan seyahatinde diğer gezdiğim yerlerdeki sakinlik, dinginlik ve özgün hava Selanik'te yok. Bunun bir sebebi de bayram olması nedeniyle çok fazla Türk turistin Selanik sokaklarında geziyor olması belki de. 5-6 tur otobüsünün yanı sıra, uçakla veya kendi özel aracıyla gelmiş olan çok sayıda Türk vardı Selanik'te. Aslında burada kalmamdaki tek amaç Ouranoupoli - Ohrid arasını tüm gün seyahat ederek tek seferde gitmek istemeyişimdendi. Bir de önceki seyahatimde gezemediğim Ulu Önder Atatürk'ün doğduğu evi gezmek istiyordum. Ancak bu sefer de mümkün olmadı; ev yoğun bir tadilattan geçiyor.


Beyaz Kule - Selanik // Samsung Galaxy S2

Selanik'in en meşhur yapılarından bir tanesi tüm sahil şeridinden görülebilen Beyaz Kule (Lefkos Pyrgos). 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından inşa edilen kule daha sonra Osmanlı egemenliği altındaki şehirde limanın kontrolü amacıyla kullanılmış. Eski çizimlerinde etrafında duvar olduğu görülen yapıdan günümüzde sadece çevresi 23 metre, yüksekliği 27 metre olan kule kalmış. 96 basamak ile tepesine çıkılan kuleden tüm Selanik ayak altında. Kulede bir de müze ve kafe bulunuyor.

Selanik'te yemek yediğim yerler çok özel ve bahsedilmeye değecek yerler değildi. Oldukça güzel restoranlardı ama hem Yunanistan'a has değillerdi, hem de Selanik'te seçenek çok bol ve onca seçeneğin arasında benim seçtiklerim çok önemsiz kalıyor. Ancak kaldığım otele değinmeden geçemeyeceğim; Electra Palace Hotel: 9, Aristotelous Square, 54624 Thessaloniki, Greece - Tel: +30 2310 294000

Elecktra Palace Hotel - Selanik // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4.0

Otel tam sahilde olmasa da önü tamamen açık olduğu için ön cephedeki odalar deniz manzaralı. Büyük bir meydanda sanki birbirinin devamıymış gibi inşa edilmiş bembeyaz binalardan biri olan otelin girişi çok şık ve ferah. Lobinin sol tarafında otelden de girişi olan, açık hava bölümü sokağa bakan harika bir pastane var: Cafe Ciel. Tatlı ile arası iyi olanlar buradan uzak dursun; yüzlerce çeşit tatlı o kadar cezbedici duruyor ki insan burada kendini kaybedebilir.

Otelin odaları ahşap ve koyu tonlar ağırlıklı, oldukça geniş. Banyoda da çoğunlukla sarı - krem tonlarında mermerler ve son derece klasik, pirinç görünümlü armatürler kullanılmış. Halı kaplı yerler, geniş ve rahat yataklar, klima, odalarda internet bağlantısı ve LCD televizyon rahat bir konaklama sağlıyor. Hiç tarzım olmasa da kabul etmek lazım ki oldukça güzel bir otel.

Son olarak da otelin aynı zamanda kahvaltı salonu olan roof barına değinmek gerekiyor: Orizontes Roof Garden. Sabahları oldukça serin olduğu için kahvaltı içeriye kuruluyor ancak hava ısındıkça balkonda da yemek yemek mümkün. Özellikle burada gün batımının seyredilmesini tavsiye ederim. Başka bir otelde konaklansa dahi burada gün batımında bir kadeh uzo içilmeli.

Beyaz Kule ve kordon boyu - Selanik // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4.0

Aynı gün içinde ziyaret ettiğim Nea Moudania ve Selanik'te bence anlatmaya değer fazla bir şey yok, dolayısıyla yazıyı biraz kısa tutuyorum. Ama merak etmeyin, bunu haftalık yazım olarak saymayıp Makedonya - Ohrid ve Yunanistan'ın göller bölgesi Kastoria yazımı bu hafta içinde yazacağım :)


21 Kasım 2012 Çarşamba

Athos Dağı eteklerindeki cennet şehir: Ouranoupoli...


Yunanistan seyahatimde Kavala'dan sonraki durağım Ouranoupoli. Kavala'dan çıktığım andan itibaren hiç ana yola girmeden, denizi takip ederek sürekli köy yollarından gitmeyi tercih ettim. Yolumu 1-2 saat uzatsa da ömür boyu hafızamdan çıkmayacak kadar muhteşem manzaralar izleyip, her birinde yaşamak isteyeceğim kadar güzel köylerin içinden geçtim. Eğer Yunanistan'da kendi aracınızla seyahat ediyorsanız mutlaka ara yolları kullanmanızı öneririm.

Adı pek duyulmamış bu ufak balıkçı köyü, meşhur Halkidiki yarımadasının doğusundaki Athos Yarımadası'nda yer alıyor. Yemyeşil tepelerden kıvrılarak ilerleyen dar yollardan inerken önce masmavi deniz, ardından da Ouranoupoli'nin meşhur Bizans kulesi "Old Tower of Prosforio" görülüyor. Ufak ufak onlarca pansiyon ve restoran arasından geçen köyün anayolu Bizans kulesinin yanında deniz ile birleşip yaklaşık 400 metre sonra da bitiyor. 


Ouranoupoli'nin tepeden görünüşü // Samsun Galaxy S2

Ouranoupoli aslında Halkidiki'deki diğer bir çok tatil beldesi gibi deniz - kumsal tatilcilerinin tercih ettiği bir yer değil. Harika 1-2 kumsalı, Ouranoupoli'yi etrafa bağlayan feribot seferleri, deniz ürünlerinin sanat eserine dönüştürüldüğü restoranları mevcut olsa da burası daha çok Hristiyan Ortodokslara hitap ediyor. Halkidiki yarımadasındaki üç parmaktan en doğuda olan parmaktaki (Athos Yarımadası) son yerleşim yeri Ouranoupoli; sonrası ise kutsal topraklar ve manastırların yer aldığı Mount Athos...

Ouranoupoli'den kalkan feribot // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Gittiğim her yerde yaptığım gibi burada da önce merkezi bulup etrafı kabaca gözden geçirdikten sonra konaklayacağım yeri aramaya koyuluyorum. İtiraf etmeliyim ki uzun süredir bir oteli bu kadar zor bulduğum hiç olmamıştı. Ouranoupoli çok ufak ve ücra bir yer olduğu için haritalarda detaylı yer almıyor ve navigasyon aletimde de buraya ait en ufak bir iz yok. 4-5 dükkana ve yoldan geçen 2-3 kişiye sorduktan sonra açık adresinde sadece  Archodariki Guest House, Ouranoupolis - Greece yazan pansiyonumuzu buluyorum. Ouranoupoli'de 2-3 tane "resort" denilebilecek 5 yıldızlı ve çok yatak kapasiteli otel mevcut ancak çok mecbur kalmadıkça bu tarz kitle turizmi tesislerinden uzak duruyorum. Ouranoupoli'de de booking.com sitesinden bulduğum, 6 odalı çok şirin bir evde konakladım. Pansiyon bir aile işletmesi; her işle evin hanımı ilgileniyor, iletişimi İngilizce bilen çocukları yürütüyor, merkezdeki ufak restoran ve finans işleriyle de evin erkeği ilgileniyor. 

Bizans döneminde yapılmış "Old Tower" // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Archodariki, geleneksel tarzda inşa edilmiş 3 katlı bir apartman aslında ve 6 dairesi var. Dairelerin hepsi son derece otantik döşenmiş; salonda şömine, her birinde balkon olan 2 yatak odası, açık mutfağı ve banyosu ile ev tadında bir yaşam alanı. Din turizmine uygun olarak bütün duvarlarda dini içerikli tablolar ve ikonalar mevcut. Evin en keyifli köşesi ise şöminenin karşısındaki sallanan sandalyeler. Archodariki'nin tek eksiği deniz kenarında olmayışı ama denize ve merkeze yürüyerek 3 dakika mesafede.

Ouranoupoli 1920'lerin başında kurulmuş oldukça yeni bir yerleşim. Mübadele sonrası buraya yerleştirilen Rumlara Mount Athos Manastırı tarafından 1 göz odalı ev, ufak bir tarım arazisi ve 10 adet koyun verilmiş. 1947 yılına kadar izole bir yaşam süren halk oldukça zor koşullarda, sadece kazma ve kürek ile kendi açtıkları patikadan bozma yol ile Ouranoupoli'yi dış dünyaya bağlamayı başarmışlar. Zaten o tarihten sonra da bir hac alanı olan Mount Athos'a yönelik din turizmi başlamış.

Balıkçılar gün batarken denize açılıyor // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Athos Manastırlarına kadınların ve çocukların girmesi kesinlikle yasak. Dolayısıyla Ouranoupoli'de hac zamanı konaklayanlar genelde eşleri Athos'a gitmiş bayanlar ve çocukları oluyor. Bayanların ve Athos'a giriş izni alamayanların manastırları görmesi için tek yol Ouranoupoli'de organize edilebilecek tekne turları. Yarımadanın denize bakan taraflarındaki manastırları tekneden görmek mümkün.

Manastıra girmek için gerekli izinleri almak oldukça zor. Athos Manastırları resmen Yunanistan'a bağlı olsa da kendi iç işlerinde serbest, özerk bir alan ve sadece dış işlerine bağlılar. Günlük ziyaretçi limiti 120 Ortodoks ve 10 Ortodoks olmayan şeklinde. Ortodoks olan Yunanlılar bunu kanıtlayan resmi bir evrak ile (kimlik, resmi yazı vs.) Ouranoupoli'deki ofise başvurabiliyorlar. Ortodoks olmayanların işi ise bir hayli zor. Öncelikle konsolosluktan veya bir akademik kuruluşu temsil ediyorlarsa buradan temin edilmiş resmi yazı gerekiyor. Ayrı bir yazıda detaylı bir şekilde ziyaret sebebini açıklamak gerekiyor ve maalesef "gezi, turizm" geçerli sebepler değil. Gazeteci / fotoğrafçı ise bir makale üzerinde çalışıyor olması, akademisyen ise kurumunda bu konuda bir araştırma yapıyor olması başvurabilmek için geçerli sebepler. Bu iki mektup ve pasaportun en az bir ay evvel Atina'daki Yunanistan Dış İşleri Bakanlığı - Kilise Direktörlüğü'ne iletilmesi gerekiyor. Eğer başvuru kabul edilirse direktörlükten tarafınıza yazı veriliyor ve bu yazı ile Ouranoupoli'deki ofisten gerekli izinleri çıkartabiliyorsunuz. Athos'taki manastırlara Ouranoupoli'den kalkan tekneler ile ulaşılıyor ve bölgede en fazla 4 gün kalınabiliyor. Konaklanan süre boyunca çok basit imkanlar sağlansa da yatak ve yemek bedava. 1054 yılından beri faal olan Athos Dağı aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Alanı.


Gelelim yeme içme konularına... Ouranoupoli'de sonbahar ve kış aylarında hayat neredeyse duruyor ancak restoranlar, hediyelik eşya ve dini ikonalar satan dükkanlar yıl boyu açık. Yüzümüzü denize dönüp kuleyi merkez kabul edersek, solda deniz kenarında 2 güzel restoran var. Kumsala bakan, ahşap bir veranda üzerinde, asma ve sardunyalar arasında yemek yenen bu restoranlarda her şey çok lezzetli ve balıkçı köyü olmasından dolayı çok taze. Ufak bir yanlış anlaşma sonucu yiyebileceğimizden fazla sipariş etmiş olsam da hata mükemmel Amerikan ingilizcesi konuşan garsonda değil bendeydi: Yunanistan'da porsiyonların makul ve doyurucu olduğunu bilmeme rağmen sipariş verirken hep "3 kişilik" dedim. Önce salata geldi ve bizim sofralarımızdan büyük salata porsiyonlarına alışık olduğum için yadırgamadım. Ama daha sonra ahtapot, kalamar ve kızarmış sebzeler 3'er porsiyon gelince hatamı anlayıp düzelttim ve sonra gelecek olan ızgara barbun 3 kişiye yetecek makul boyutlarda servis edildi. Buna rağmen hesap çok uygun geldi.


Ouranoupoli'nin esas yemek merkezi kulenin sağında. İstanbul'daki balık pazarını andıran, deniz kenarında restoranların bahçesinin olduğu, ortada yürüyüş yolu ve sağda da kapalı mekanların, mutfakların bulunduğun bir alan. Ard arda sıralanmış 8-9 restoranın bulunduğu alanda yıl boyu en çok iş yapan mekan Kiritikos Restoran; en büyük kapalı alan bu restoranın. Buradaki bütün restoranlarda da ürünler taze ve fiyatlar son derece makul. Restoranların hemen bitiminde de hem açık hem kapalı mekanı olan, zaman zaman canlı müzik yapılan, her tarafında televizyonlardan spor müsabakalarının izlendiği çok şık bir bar var. Barda kokteyller de dahil olmak üzere her türlü içki olmasına rağmen Yunan birası bulunmuyor.

Kalamar // Samsung Galaxy S2

To Koytoyki Restoranda yenilenler:

- Patlıcan kızartma (yanında çok hafif sarmısaklı, biraz salatalık rendeli yoğurt ile servis ediliyor)
- Bölgeye has bir meze olan kabak - havuç (ince ince rendelenmiş sebzeler haşlanıp zeytinyağında çok kısa pişirilmiş)
- Greek Salata
- Ahtapot (her yerde olduğu gibi güneşte kurutulmuş ahtapot kömürde pişirilip zeytinyağı ve sirke ile servis edilmiş)
- Kalamar (ızgara kalamar bütün olarak kömürde pişirilmiş)
- Patates kızartması (Mekana geldiğimizde yan masadakiler sadece patates kızartması yiyordu ve enfes gözüküyordu. Biraz fazla gelse de gerçekten elma dilim patates kızartması nefisti.)
- Fiyat: 65 Euro (3 kişi için toplam fiyat)

Güneşte kurutulmuş ahtapot ızgara // Samsung Galaxy S2

Ouranoupoli ile ilgili son not da köyün kedileri ile ilgili. Her yerde onlarca kedi görmeniz mümkün ve hepsi birbirinden güzel. Yemek yediğim restoranda belki 10 tane vardı etrafta ama hayatımda hiç sakin sakin bekleyen, taciz etmeyen, miyavlamayan, yiyecek verince yeniden istemeyen ve yiyip uzaklaşan, masanın altına girip bacaklara sürtünmeyen sokak kedisi görmemiştim. Yemek yerken rahat bıraktıkları için Ouranoupoli kedilerine teşekkür ederim :)

Ouranoupoli'nin kedileri // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Ouranoupoli'nin kedileri // Samsung Galaxy S2

Sıradaki yazı:
Nea Moudania ve Kuzey Ege'nin Kalbi Selanik...

14 Kasım 2012 Çarşamba

Zümrüt Ada Thassos...


Yunan adalarına defalarca gitmiş olmama rağmen Thassos Adası bu seyahate kadar ilgimi çekmemişti. Bu defa Kavala'da bir kaç gece konaklayacağım için Thassos'a gitmeye karar verdim. Ada ana karaya sadece 12 deniz mili uzaklıkta ve düzenli feribot seferleri ile ulaşım çok rahat.


Kavala - Thassos feribotu // Samsung Galaxy S2

Thassos Ferries firması (http://www.thassos-ferries.gr) Kavala'dan ve Thassos'tan günde karşılıklı 4 sefer yapıyor. Araç fiyatı 24 Euro, yolcu fiyatı ise 4,70 Euro (Ekim 2012). Feribot hareket etmeden üst güvertede yerinizi alıp, Kavala Kalesini ve şehir merkezini farklı bir açıdan izlemenizi tavsiye ederim.



Feribottan Kavala manzarası // Samsung Galaxy S2

Kavala'dan kalkan feribot yaklaşık 1 saat 15 dakika süren yolculuğun ardından Thassos'un batı kıyısında yer alan Prinos'a yanaşıyor. Prinos adanın standartlarına göre büyük bir yerleşim yeri ve sahilde güzel restoranlar var. Eğer alışveriş ihtiyacınız varsa burası adada ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz 3 noktadan bir tanesi. (Diğerleri Limenaria ve Limenas)


Feribottan indikten sonra ilk durak seyahat öncesi yaptığım araştırmalarda adını sıklıkla duyduğum Kazaviti Köyü. Kazaviti sanıyorum adanın en otantik, en bozulmamış köyü. Dağ eteğine inşa edilmiş taş binalar yeşilin her tonunu barındıran ağaçların arasından neredeyse parlıyor. Köye çıkan yokuş yolda zaman zaman ağaç köklerinin arasından fışkıran tatlı su kaynaklarına rastlamak mümkün. Özellikle bahar ve yaz aylarında sabah kahvesi için mutlaka mola verilmesini tavsiye ederim. (Thassos kendi tatlı su kaynağına sahip ender adalardan biri. Adaların çoğuna tatlı su ana karadan taşınıyor.)



Kazaviti Köyü // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4

Adaya ayak basıldığında dikkati çeken ilk şey uçsuz bucaksız yeşillik. Yeşilin tonu farklı olsa da adanın bitki örtüsü yoğunluk olarak Hint Okyanusu'ndaki tropik adaları aratmıyor. Genelde sahil şeridini takip eden yol adanın etrafını çepeçevre dolaşıyor ve zaman zaman içerilere girip tepelere sardırıyor. Eğer araba kullanıyorsanız tek tarafı uçurum olan yollarda dikkat edin; zira nefes kesen manzaralara bakmamak için oldukça zorlanacaksınız.



Thassos'taki yüzlerce ufak plajdan bir tanesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4

Adanın güneybatı ucuna gelindiğinde Limenas'tan sonra ikinci büyük yerleşim olan Limenaria'ya ulaşılıyor. Adanın tarih boyunca adının duyulmasını sağlayan 2 doğal kaynağı var: altın ve mermer. 1900'lü yılların başında Alman Speidel firması adanın madenlerini işletmeye başlamış ve Limenaria limanının hemen yanındaki tepeye "Palataki" olarak adlandırılan yönetim binasını inşa etmiş. Muhteşem manzaraya sahip bina günümüzde kültür merkezi olarak kullanılıyor. Thassos mermeri o kadar kaliteli ki, milattan önce 7. yüzyılda adaya kurulmuş heykel okulunda üretilen heykellerin ünü diğer adalara ve ana karaya yayılmakta gecikmemiş. Uzun bir süre Antik Yunan'ın bütün tapınakları ve heykelleri Thassos'tan gelen mermerler ile inşa edilmiş. Milattan önce 3. yüzyıldan milattan sonra 1. yüzyıla kadar da Romalılar bütün mermerlerini Thassos'tan ithal etmiş.



Deniz kıyısındaki evler // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4


Eğer adada sınırlı vaktiniz varsa ve tek öğün yemek yiyecekseniz adres Limenaria'daki To Limani restoran. Mezeleri de balık çeşitleri de gerçekten inanılmaz lezzetli. Aile restoranı olan To Limani'de mutfakta anne ve gelinler, serviste ağabey ve kardeş görev yapıyor. Büyük kardeş az ama anlaşmaya yetecek kadar, oldukça aksansız Türkçe konuşuyor. Gelelim To Limani'de yediklerimize:


To Limani Restoranın içi // Samsung Galaxy S2

- Patlıcan salata

- Kabak ve havuç kızartma (Yanında yoğurt ile servis ediliyor)
- Greek salad
- Ahtapot (Güneşte kurutulmuş ahtapot, kömürde pişirilip zeytinyağı ve sirke ile servis ediliyor)
- Kalamar (Izgara kalamar bütün olarak kömürde pişirilip servis ediliyor)
- Barbun (1 porsiyonda 4 adet kızarmış barbun geliyor)
- Lüfer (3 kişiyi rahatlıkla doyurabilecek bir boyutta, ızgara olarak servis ediliyor)
- Fiyat: 65 Euro (3 kişi için toplam fiyat)

Salatasız bir sofra tabi ki olmaz... // Samsung Galaxy S2

Güneşte kurutulmuş ahtapot // Samsung Galaxy S2

Siparişimizi verdikten sonra restoran sahipleriyle sohbet ederken Türk olduğumuzu öğrendiklerinde ilk söyledikleri şey "Aaa, Yalanzi Dolma"... Kendileri için annelerinin yalancı dolma yaptığını ama eğer istersek restoranın hemen üstündeki evlerinden getirebileceklerini belirtiyorlar. Bu davete hayır demek olmaz; hala dumanı tüten, yanında yoğurt ile servis ettikleri yalancı dolma gerçekten mideleri bayram ettiriyor. Hesabı ödeyip kahvelerimizi yudumlarken adet olduğu üzere masamıza getirilen, bu defa Thassos'a özgü reçelimsi tatlımızı yiyerek yeniden yola koyuluyoruz.


Yalancı dolma // Samsung Galaxy S2


Izgara kalamar // Samsung Galaxy S2


Turunç, incir ve çilek tatlısı // Samsung Galaxy S2

Prinos'tan beri saat yönünün tersine yaptığımız yolculukta Limenaria'dan sonrası genellikle plaj ve tatil köyü. Kalami Beach, Grand Beach gibi bembeyaz kumsalı, türkuaz, mavi ve yeşilin tonlarında denizi olan muhteşem plajlarda yaz aylarının keyfini çıkartmak mümkün. Uyarmakta fayda var, yaz aylarında feribot da dahil her türlü ayarlamayı çok önceden yapmak gerekiyor. Ada, daha güneydeki adalar kadar olmasa da özellikle İngiliz ve Alman turistler arasında çok popüler.

Kuzeye, adanın en büyük yerleşimi olan Limenas'a giden 50 km.lik yolda çok geniş zeytin bahçeleri var. Prinos'ta feribottan indiğimizden beri yakınından geçtiğimiz zeytinlikler çok ilgimizi çekiyor çünkü adadaki ağaçlar Türkiye'de görmediğimiz kadar bol ve iri meyvelere sahip. Adanın özelliklerinden biri olan verimli zeytinliklerin bir çoğu Athos Dağı'nda bulunan manastırlara aitmiş. 

Adanın kuzeyindeki Limenas, Thassos'taki son durağımız; bu defa Limenas'tan feribota binip Kavala'ya 40 km. mesafedeki Keramoti'ye geçiyoruz. Bu feribot hem Kavala feribotundan daha ucuz, hem de Limenas - Keramoti arası sadece 40 dakika sürüyor. Keramoti'de feribotta indikten sonra yol, bir kuş cenneti ve RAMSAR alanı olanı Nestos Delta ve Büyük İskender Havaalanı'nın yanından geçtikten sonra Kavala su kemerinin altından şehir merkezine iniyor...


Kavala - Thassos feribotu // Canon 5d Mk II + Canon 24-105 mm f4



Not: Blogun "Video" bölümünden "Thassos'ta bir gün..." filmini izleyebilirsiniz...

Sıradaki yazı:
Halkidiki'nin gizli köşesi Ouranoupolis ve Kuzey Ege'nin kalbi Selanik

11 Kasım 2012 Pazar

Yunanistan - Makedonya seyahatinin ilk durağı: Kavala


Kavala, Kuzey Yunanistan'ın (Makedonya Bölgesi) en büyük ikinci şehri. İpsala sınır kapısına 192 km. uzaklıkta ve tamamı otoyol olan İpsala - Kavala arasında seyahat yaklaşık 1.5 saat sürüyor (yol boyunca ücretli geçişler var; her geçiş 2.40 €). Otoyoldan çıkıp Kavala'ya yaklaşırken Güney Fransa'nın döne döne denize inen sahil yollarını andıran son derece keyifli yollardan geçiliyor. Şehrin ilk görüldüğü tepede aracınızı sağa çekip Kavala'ya tepeden bakabileceğiniz bir park alanı mevcut; mutlaka bu manzaranın keyfini çıkartın.


Kavala'ya tepeden bakış // Samsung Galaxy S2

Kavala'ya Türkiye'den Metro Turizm'in otobüs seferleri bulunmakta: İstanbul - Selanik otobüsleri Kavala'da duruyor. Avrupa'nın bir çok şehrinden ve Ege'deki Yunan adalarından yaz aylarında charter uçuşlar ile veya Atina'dan haftanın her günü yapılan tarifeli seferler ile Kavala'ya uçmak mümkün. Kavala'nın uluslararası Büyük İskender Havaalanı (IATA Kodu: KVA) şehir merkezine yaklaşık 27 km uzaklıkta.

Kavala aslında Tekirdağ ile kardeş şehir ancak buraya mübadele esnasında Kapadokya - Göreme civarında yaşayan Rumlar yerleşmiş. 1387 - 1912 yılları arasında Osmanlı hakimiyeti altında kalmış şehirde bir çok noktada Osmanlı mimarisinin örneklerine rastlamak mümkün. Özellikle Kavala Kalesi'ne çıkan yoldaki cumbalı evler çok tanıdık bir mimariye sahip.


Günbatımında Kavala limanı // Samsung Galaxy S2

Kavala'da çat pat da olsa Türkçe konuşan çok insan var; davranışlar ve adetler de çok tanıdık. Ağaç gölgesinde hasır taburelerde tavla oynayıp kahvesini yudumlayanlar, girdiğiniz fırında yeni çıkmış mamulleri, meşhur kurabiyeleri tatmanız için ısrar edenler, yoldan geçenleri restoranlarına davet eden garsonlar ülkemizden alışık olduğumuz manzaralar. 


Kavala'nın meşhur kurabiyelerini yapan pastanelerden biri: Panetto // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Eğer turizm enformasyon ofislerine uğrama alışkanlığınız varsa Kavala'daki ofis Erythrou Stavrou caddesi bitiminde, Eleftharias (Özgürlük) Meydanı'nda yer almakta. Yunanistan ile ilgili bir çok kitabın satıldığı, güncel etkinlikler ile ilgili biletlerin temin edilebileceği, Kavala ve Thassos haritalarının alınabileceği, oldukça ilgili gençlerin çalıştığı güzel bir ofis burası. Ayrıca ziyaret eden turistlere çok şık bir kutu içinde meşhur Kavala kurabiyesi hediye ediliyor.

Şehrin en belirgin yapıları Panagia Tepesi üzerine inşa edilmiş Kavala Kalesi ve limana inen yol üzerindeki su kemeri (Kamares)... Kemeri ilk inşa eden tam olarak bilinmese de Bizans şehirlerinde genelde kuyu ve sarnıç kullanıldığı için Roma döneminden kaldığı tahmin ediliyor. Ancak kemerin onarımının 16. yüzyılda Kanuni Süleyman döneminde Osmanlı tarafından yaptırıldığı ve bugünkü şekline kavuştuğu biliniyor. Kavala Kalesi de yine Bizans döneminde inşa edilmiş, Osmanlı döneminde de elden geçirilmiş. Kavala'ya tepeden bakmak için kaleye çıkmak isteyenleri yokuş yukarı zorlu bir yürüyüş bekliyor.


Kavala Kalesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Kavala dendiği zaman bir çoğumuzun aklına Kavalalı Mehmet Ali Paşa geliyor. Lise yıllarında "Mısır Valisi", "Kavalalı İsyanı" başlıklarıyla hatırlayacağımız Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlının son yüzyılına damga vurmuş bir isim.

Konaklama: Airotel Galaxy // 27 El Venizelou St, Kavala 65302, Yunanistan

Yaban hayat ile ilgili gezdiğim ülkelerde çok iyi yerel rehberlerim, çok yakın arkadaşlarım olduğu için konaklayacak tesis seçiminde fazla zorlanmıyorum. Hele tek başıma gidiyorsam standartlarım oldukça düşük ve önceliğim hayvan hareketlerinin yoğun olduğu bölgeler. Ancak şehir gezilerinde eğer önceden giden bir arkadaşımdan tavsiye almadıysam booking.com ve tripadvisor.com sitelerine başvuruyorum. İlk durağı Kavala olan 8 günlük Yunanistan  - Makedonya gezisinde otel seçimlerimin hepsi çok başarılıydı...


Sahilde yürüyüş yolu ve Kavala Kalesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Airotel Galaxy Kavala'nın tam göbeğinde, sahil kenarında yer alan büyük bir otel. Denize bakan odalar harika; kale, liman ve şehir merkezi elinizin altında. Aracınızı otelin kapalı otoparkına bırakıp tüm şehri yürüyerek gezmek mümkün. Otelin sahil tarafındaki girişinde bariyerli, sürekli bir görevlinin ilgilendiği yaklaşık 15-20 araç kapasiteli bir otoparkı var. Ancak burada yer olmasa dahi park büyük problem değil; otele 50 metre mesafede ücretsiz park yerleri mevcut.

Otelin denize bakan odalarının manzarası gerçekten çok güzel. Odalar 3 kişinin dahi rahatlıkla konaklayabileceği kadar büyük, banyosu da neredeyse oda kadar geniş. Son derece temiz, rahat yataklar ve yastıklar, klima, ücretsiz çay / kahve ve kapalı şişe su, dijital kasa, ütü masası ve ütü odanın standart özellikleri. 


3.kattaki odamın balkonundan Kavala manzarası // Samsung Galaxy S2

Açık büfe sabah kahvaltısının da sunulduğu 7. kattaki roof bar / restoran kesinlikle güneş batarken ziyaret edilmesi gereken bir yer. Her tarafı cam olan mekanda su kemeri, Kavala Kalesi, şehir merkezi, feribot iskelesi ayaklar altında. Akşamüstü içkinizi yudumlarken gün batımını, balığa çıkan balıkçı teknelerini seyretmek oldukça keyifli.

Web: http://www.airotel.gr/hotel/galaxy_hotel
Booking.com: http://www.booking.com/airotelgalaxy



Gece Kavala Kalesi ve liman // Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4

Restoran: Taverna Panos Zafira: Plateia Karaoli ve Dimitriou köşesinde | 20 Palteia Karaoli, Kavala, Yunanistan



Kavala'da bir çok restoran var. Özellikle sahil şeridindeki kafeler ve tavernalar her zevke hitap ediyor. Ancak bir restoran nefis deniz mahsulleri ile diğerlerinden ayrılıyor: Panos Zafira... Kavala seyahatinden önce ismini duyduğum bu meşhur restoran merkeze 5 dk, limana 2 dk yürüyüş mesafesinde. Bir aile işletmesi olan mekanın adı Panos ve Zafira restoranı işleten çiftin isimleri. Tüm mezeleri ve balıkları nefis gözüken restoranda seçtiklerimiz şöyleydi:


Ahtapot // Panos Zafira // Samsung Galaxy S2

- Kabak, patlıcan, biber kızartma (Yanında süzme yoğurt ile servis ediliyor. O kadar güzeldi ki ikinci porsiyon sipariş edildi.)
- Lakerda (Kendi üretimleri olan lakerda, son zamanlarda yediklerimin en iyisiydi.)
- Ahtapot (Yunanistan'da alışıldığı üzere güneşte kurutulmuş ahtapot, kömür ateşinde pişirilip zeytinyağı, sirke ve yanında limon ile servis ediliyor)
- Greek salad (Yunan salatası sofraların olmazsa olmazı. Bizim çoban salatadan farkı domates, salatalık, halka soğan ve biberlerin iri iri doğranması ve salatanın üzerinde beyaz (feta) peynir ile servis edilmesi. Salatanın dibinde en az 2 parmak kalınlığında zeytinyağı olmalı.)
- Sardalya ızgara (Kömür ateşinde pişirilen sardalyadan 2 porsiyon yenildi.)
- Fiyat: 47 Euro (3 kişi için toplam fiyat)

Trivia:
* 2004 yılında çıkarttığı hit single Gia ile dünya listelerinde önemli yerlere gelen, o dönem ülkemizde de çok popüler olan Despina Vandi Kavalalı... // http://www.despinavandi.gr

* Kavala'nın en meşhur ürünü Kavala Kurabiyesi...


Kavala kurabiyes // Panetto pastanesi // Canon 5d MkII + Canon 24-105 mm f4

Sıradaki yazı: 
Kuzey Ege'nin sahil zengini adası: Thassos (Taşöz)